Otorite figürleri, hayatımızın erken dönemlerinden başlayarak kararlarımızda önemli bir yere sahip.
Önce ebeveynlerimizin yönlendirmelerini takip ediyoruz. Bir şeye dokunurken annemizin yüzüne bakıyoruz.
Büyüdükçe farklı otorite figürleri hayatımıza giriyor. Öğretmenler, hocalar, komutanlar, yöneticiler, patronlar, liderler.
Hayatlarımızın ilk döneminde hayatta kalma anlamında fayda sağlayan bu özellik; büyük gruplar halinde organize olmamıza imkan sağlamasıyla insan türünün devamına da katkı sağlamış evrimsel anlamda.
Otorite Yanılgısı (Authority Bias), otorite figürlerinin fikirlerinin daha doğru olduğuna ilişkin bir yanılgı. Uzmanlık alanı dışındakiler dahil, otorite figürünün görüşlerine daha fazla önem atfediyoruz.
Stanley Milgram’ın elektrik şoku deneyi ile popüler olan bu kavram, kurumsal hayatta HIPPO Effect (Highest Paid Person’s Opinion) olarak karşımıza çıkıyor. En tepedeki yöneticinin fikri, verilere rağmen, grup kararını şekillendiriyor çoğunlukla.
Otorite yanılgısının kontrolüne yönelik ticari havacılık ve sağlık başta olmak üzere birçok sektörde çalışmalar bulunuyor.
Örneğin, CRM (Crew Resource Management) uygulamaları, ticari havacılık güvenliğinde önemli mesafe kaydedilmesini sağlıyor. Kaptan pilotun ‘KRAL’ olduğu sistemden vazgeçiliyor.
Yıllar öncesinden yaşadığım bir olay, otorite yanılgısının izlerini içeriyor.
Çalıştığım kurumun en tepesinde aktif görevde olan 5 kişi ile yaptığımız bir toplantı esnasında gerçekleşen bir anekdot bu.
Sunduğum rapor ve önerinin aksi bir görüş belirten genel müdürümüz ikna edici bir kanıt sunamamıştı.
Kendi görüşümün kurumun çıkarları açısından daha doğru olduğunu farklı şekilde ifade etmeye çalışmıştım.
Yönetim kurulu başkan vekili bizzat şahsıma, ‘Yurdaer bey, bu kurum için neyin daha doğru olacağını kurumun genel müdüründen daha iyi bildiğinizi mi iddia ediyorsunuz ?’ sorusunu yöneltmişti.
Soru absürt bir soruydu. Tabii ki daha iyi biliyordum. Benim uzmanlık alanım, tek odak noktam o konuydu. Ayrıca konu herkes için yeni bir konuydu.
Genel müdür ise binlerce farklı konuyla meşgul olmak durumundaydı. Konu hakkında deneyim veya bilgi sahibi olması mümkün değildi.
Tahmin edilebileceği üzere konuyu uzatmamış, diplomatik bir manevra ile genel müdürümüzün görüşlerine katıldığımı ifade etmiştim.
Kıbrıslı bir heykeltıraş olan Pygmalion, çevresindeki kadınların nahoş davranışları sebebiyle kadınlara olan ilgisini kaybeder. İlginçtir; sonrasında yaptığı bir kadın heykeline aşık olur.
Arzularını kabul etmekten korkan ama aşkına engel olamayan Pygmalion, Afrodit’e adak adayıp, yaptığı heykel gibi bir eş dileğinde bulunur.
Afrodit, Pygmalion’un haline acıyarak heykele can verir. Galatae ile evlenirler, çocukları olur, mutlu yaşarlar vs…
Akademisyen Robert Rosenthal’ın çalışmaları ile şekillenen bir psikolojik fenomen, ‘Pygmalion Effect’.
Kısaca kişilerle ilgili yüksek beklentilerin kendisini gerçekleştirmesi olarak tanımlanabilir.
Aklınıza, çekim yasası, enerji, kozmik etki vb metafizik şeyler gelmesin hemen.
İnsan sarraflığı veya yeteneği gözünden tanımakla ilgili de değil aslen.
Liderler, eğiticiler ve seçicilerin karşı karşıya kaldığı bir yanılgıdır.
İlgili kişiye sergilediği davranışlar, bilinç altındaki yüksek beklenti sebebiyle, başarıyı tetikleyecek ve özendirecek gizli mesajlar içermektedir.
Ayrıca, çoğunlukla farkında olmadan, beklenti içerisinde olunan kişiye diğerlerinden daha fazla yatırım yapılması (koçluk, mentorlük, birebir eğitim vb) söz konusudur.
Kendisinin önemsendiğini hisseden, özgüveni tetiklenen ve motive olan bireyin çabası artar. Netice ise performansa yansır.
Performanstaki artışı gören lider/eğitici beklentisinin doğruluğunu teyit eder. Beklentisini daha da artırır. Bu da davranışlarına yansır.
Rasyonel olan nedir peki ?
Rasyonel olan beklentilerde ve değerlendirmelerde objektif olabilmektir.
Mümkün mü ?
Belki ?
Bir de olayın olumsuz tarafı var, 'Golem Effect'.
Tam tersi şekilde, kişilerle ilgili düşük beklentinin kendisini gerçekleştirmesi olarak ifade edilebilir.
Herkesle ilgili yüksek beklenti içerisinde olarak, performanslarına katkıda bulunabilir miyiz ?
Keşke ?
En azından kişilerle ilgili kötü beklenti içerisinde olmamaya çalışmak önemli.
Bu ürünü giy/kullan; reklamdaki ünlü/model gibi ol.
Benim fitness koçluğumu satın al; benim gibi görün.
Sonucun ne kadarının kişisel özelliklerden, ne kadarının ürün veya yöntemden kaynaklandığına ilişkin bir illüzyon, ‘Yüzücü Vücudu İllüzyonu’.
Lübnan asıllı ABD’li yazar Nassim Taleb tarafından isimlendiriliyor.
Taleb fazla kilolarından kurtulmak için spor yapma kararı alıyor. Jogging yapanların cılız ve mutsuz, ağırlık antrenmanı yapanları hantal ve sersem gözüktüğünü düşünüyor. Bisikletçiler ise içler acısı.
Aradığı şeyin yüzme olduğuna karar verip, uzunca bir süre kararlılıkla yüzme antrenmanlarına katılıyor.
Mamafih, bir süre sonra bunun bir illüzyon olduğunun farkına varıyor.
Profesyonel yüzücüler, aslen yüzme sporu yaptıkları için o mükemmel vücuda sahip değiller. Aksine, süper fiziklere sahip oldukları için iyi yüzücüler.
Eğitim ve çaba gelişim yolunda çok önemli. Azim, kararlılık ve çok çalışma kritik faktörler.
Diğer taraftan, sahip olduğumuz yetenek ve özellikler konusunda gerçekçi olmaya dikkat etmek gerekiyor.
Mucize ürün veya yöntemler bu dünyada pek bulunmuyor.
Sinema endüstrisindeki 'Başarı yetenek getirir, yeteneğin başarıyı getireceği genel inanışının aksine...' ifadesi buradaki illüzyonu açıklamaya yönelik bir yaklaşım.
Arthur De Vany'in sinema endüstrisi üzerine yaptığı araştırmalarda bu ifadeyi destekleyen sonuçlara ulaşmış.
Genelde en başarılı veya en yetenekli CEO listeleri de aynı illüzyonu pompalar. Listedekiler çoğunlukla yetenekli oldukları için o büyük kurumların CEO'su olmaz. O kurumların CEO'ları oldukları için yetenekli ve başarılı oldukları düşünülür.
Borsadaki yeni rallinin ipuçlarını görenlerden misiniz ?
Yoksa, yeni krizin göstergelerini fark edenlerden mi ?
Veri setleri veya olay serileri içerisinde rasgele gerçekleşen kümelenme veya sıralanmaları, anlamlı ilişki veya örüntü setleri olarak yorumlamaya verilen isim ‘Clustering Illusion’.
Aslen beynimizin temel çalışma prensiplerinden biri olan örüntü/desen tanımlama (Pattern Recognition) özelliğinin yan etkisi.
Çağlar boyunca, hayatta kalabilme adına; objelerin veya ana görüntülerin içerisinde olmayan şekilleri görmeye, aslen tehdit/fırsat içermeyen örüntüleri tehdit/fırsat olarak algılamaya yönelik programlanmışız.
Özellikle ‘Yanlış Pozitif’ (False Positive) maliyeti, ‘Yanlış Negatif’ (False Negative) maliyetinden düşükse; bu özellik bireysel öğrenme sürecimizde daha da güçleniyor.
Belli bir kıyafetiniz (bluz, kravat vs) ile sürekli olumlu sonuçları eşleştirdiğiniz bir durum düşünün. Önemli bir iş görüşmesi ile ilgili;
- Yanlış pozitif – İşe yaramıyordur ama giyerim (maliyet düşük)
- Yanlış negatif – İşe yarıyordur ama giymem (maliyet yüksek)
Ya işe yarıyorsa ? Giyerek ne kaybederim ki ?
Ülkemizde batıl inanç diye tanımlanan inanışlar ve totem yapma denilen uygulamalar aslen bu illüzyonun sonuçlarıdır.
Meyve, sebze, yiyecek ve hayvanlar üzerinde kutsal figürler veya yazılar olduğuna ilişkin medyada yer bulan örneklere de sıkça rastlanır.
'Olmayanı görmeye programlanmışız' ifadesinin açılımı aslen şu.
Çalıların arasında saklanan yırtıcıya benzeyen bir şekil fark eden atalarımızı düşünün. Her on durumdan dokuzunda, aslında çalıların karmaşık görüntüsü arka planda bir yırtıcı içermiyor.
Yapması gereken hemen kaçmaya başlamak. Böyle bir görüntü ile karşılaştığında;
- 'Nasılsa % 90 yırtıcı değildir' şeklinde düşünen ya da
- 'Emin olmak için dur biraz daha yakından bakayım'
demiş olan atalarımızın torunlarının bugün dünya üzerinde yaşıyor olma ihtimali evrimsel olarak yok.
Geçen hafta sonu yaptığım yamaç paraşütü mesafe uçuşunu (XC – Cross Country) linke tıklayarak izleyebilirsiniz.
https://ayvri.com/scene/z85q79n3j4/ckmczqh2b00013a6h2yu16zqp
Performans anlamında, belirsizliğin yüksek olduğu bir ortamda karar alınan bir klasman, yamaç paraşütü xc uçuşları.
Aslen, hayatın birçok alanında belirsizlik altında karar almaya zorlanıyoruz.
Finansal yatırımlardan, kurumsal hayatta alınan kararlara, sigorta yaptırmaktan, Covid ile ilgili kararlara kadar geniş bir yelpazeden bahsetmek mümkün.
Potansiyel sonuçlar için olasılık belirlenebilen durumlardaki karar süreçlerine, ‘Risk Altında Karar’ tanımlaması yapılmakta. ‘Beklenen Değer’ – ‘Expected Value’ hesaplaması bu alanın temel kavramı.
Eğer potansiyel sonuçların hangi olasılıkla gerçekleşebileceğine ilişkin bir olasılık hesabı yok ise, bu tip karar süreçleri ‘Belirsizlik Altında Karar’ olarak ifade ediliyor. ‘Maximin’, ‘Maximax’ ve ‘Minimax Regret’ ise bu alanın temel karar prensipleri.
Ben hafta sonu yaptığım XC uçuşunda temel olarak ‘Maximin’ prensipleri çerçevesinde kararlar aldım. Aslen kötümser bir karar alma prensipi olmasına rağmen, asgari performans potansiyeli sağlayan kış hava koşullarında başarılı sonuç verdi.
Diğer taraftan, rakiplerin kararlarının sizin kararlarınızın sonuçlarınızı etkilediği şartlarda ‘Oyun Teorisi’ dinamikleri geçerli. Yamaç paraşütü XC yarışmaları da bu teorinin deneyimlendiği bir alan.
Neden rasyonel olmayan seçimler yapıyoruz ?
Kötü kararlarımızın arkasında ne tip sebepler yatıyor ?
Safsatalara neden gereken tepkileri vermiyoruz, neden bizzat kendimiz safsata yapıyoruz ?
Neden yeterli/geçerli sebepleri olmayan yargı ve inanışlara sahibiz ?
Her ne kadar uzunca bir süredir konu üzerine detaylı araştırma yapıyor olsam ve çoğunun referansları olsa da; aşağıdaki liste tamamen öznel bir çıkarım.
1. Çıkar/Art Niyet (İşimize Öyle Geliyor)
2. Tembellik/Kolaycılık (Ammaaan Kim Uğraşacak Şimdi)
3. Kendimizi Kandırma (İyi Hissetme ve Ruh Sağlığı Koruma İhtiyacı)
4. Sosyal, Duygusal Baskılar ve Etkiler (Kabul Görme, Ait Olma İsteği)
5. Güdülmeye Meyil/Sürü Davranışı (Lider Takibi)
6. Doğal Yapımız (Öyle Yaratılmışız/Evrilmişiz)
7. İçgüdü Kaynaklı Baskılar (Aşk, Açlık, Öfke, Aciliyet vb.)
8. Düşünsel (Cognitive) Kapasite Yetersizliği (Nasıl yani !?)
9. Güdümlü Akıl Yürütme/Motivated Reasoning (Adanalıyız biz... Biz ODTÜ'lüler...)
Neredeyse hepimiz bu sefer ertelemeden hemen yarın;
- Spora,
- Diyete,
- Çalışmaya
başlıyoruz.
Yine çoğumuzun bu defa gerçekten bu son,
- Pastası,
- Fast food’u,
- Sigarası,
- Alkol sofrası.
Erteleme ve irade kontrolü problemi bir çoğumuz için ortak bir sorun. Richard Thaler bu problemin kaynağına ilişkin zaman uyumsuzluğuna ilişkin bir tespitte bulunuyor.
Sorun yaşadığımız seçimlerimizin çoğu ya utanç (sinful goods) ya yatırım (investment goods) objeleri/konuları üzerine.
Pasta, fast-food yeme benzeri utanç aksiyonları; hazzı ve ödülü hemen gerçekleşen, bedeli ve olumsuz sonuçları ileride olması öngörülen objeler.
Spora başlama, sigarayı bırakma benzeri yatırım aksiyonları ise; bedeli ve olumsuz yansımaları bugün, ödülü ve hazzı gelecekte gerçekleşecek aksiyonlar.
İnsan beyninin düşünsel (cognitive) tarafı devreye sokulmadan bu seçimlerde mesafe almak çok mümkün değil.
Sezgisel/duygusal beyin maliyetten kaçınırken, ödül arayışı peşinde sadece anı değerlendirebilen otomatik seçimler yapıyor.
Zaman boyutunu işin içine katarak yapılacak analiz; düşünsel beynin yapabildiği, sezgisel beynin çok iyi olmadığı bir alan.
Bütün için geçerli olanın, parçalar için de geçerli olduğu kabulü olarak tanımlanacak bir yanılgıdır.
1) Reel Sektör-Üniversite iş birliğinde X Üniversitesi çok başarılı.
2) X Üniversitesinin İnşaat Mühendisliği Fakültesi ile iş birliği yapıyoruz. Çok başarılı işler çıkaracağız.
Bir numaralı önermenin doğru olması, iki numaradaki gizli önerme olan ‘İnşaat Mühendisliği Fakültesi de başarılı iş birlikleri yapıyor’ yargısını garanti etmez.
‘Simpson Paradoksu’ bu yanılgıyı gösteren güzel bir örnektir.
II. Dünya Savaşının seyrinin değişiminde önemli rolü olan Alan Turing ile birlikte şifre kırıcı olarak çalışan Edward H. Simpson tarafından yaratılmıştır.
Görselde detayları verilen örnekte erkekler, işe alımda kadınlara ayrıcalık tanındığından hareketle rahatsızlıkları dile getirmektedir.
Genel kabul oranları incelendiğinde, kabul oranları erkekler için % 78 iken, kadınlar için % 83’tür.
Birimler bazında kabul oranları incelendiğinde ise; her iki birim için de erkeklerin kabul oranlarının kadınlardan yüksek olduğu görülmektedir. Birim 1 erkekler %95, kadınlar % 87. Birim 2 erkekler %73, kadınlar % 69.
Erkeklerin çok eleman alan Birim 1’e az başvuru yaparken, az eleman alan Birim 2’ye çok başvuru yapmalarının sonucu oluşan bir durumdur.
Bilinen ve olumlu imaja sahip firma/markaların faydalandığı bir yanılgıdır.
Cep telefonu konusunda iyi olan bir markanın çıkardığı tüm tüketici elektroniği ekipmanlarının iyi olacağı kabülü. Hatta cep telefonu markasının otomobil üretim işine gireceği duyulduğunda dahi bu görüşün değişmemesi gibi.
Tesla kamyoneti konusunda oluşan beklentinin kaynağında da bu olgunun payı büyük.
Yıllar önce, Denizli’de bir yamaç paraşütü mesafe uçuşu sonrası, Dinar-Çivril yoluna yakın bir bölgeye iniş yapmıştım. Yamaç paraşütümü toplayıp yol kenarında araç beklemeye başladım. Bir süre sonra 27 kişilik midibüslerden birisi durdu.
İçi tıka basa doluydu. Şöför arka kapıyı açmayarak beni ön kapıdan binmeye zorladı. Binince içerisinin kadınlarla dolu olduğunu gördüm. Benim dışımdaki tek erkek şöfördü.
Muhabbet esnasında, içerideki kadınların tarım işçisi, şöförün de dayı denilen ünvana sahip kişi olduğunu öğrendim. Mesai bitmiş, dayı emekçileri toplayıp köylerine geri götürüyordu.
Sohbet ilerledikçe, günlük yevmiyenin 1/3’ünün sadece emekçilere ödendiğini, 1/3’ünün dayının hakkı olduğunu, 1/3’ünün ise yol parası olarak kesildiğini öğrenip şaşırmıştım. Tabi eski midibüs dayınındı. Yani 2/3 dayı tarafından kesiliyordu.
İçerideki kadınların, bilgisizlikleri ve çaresizlikleri sebebiyle sömürüldüklerini düşünüp çok üzüldüğümü hatırlıyorum.
Aradan bir süre geçtikten sonra, yine bir gün emekçi kadınlar aklıma gelip hüzünlendiğimde, kendi durumumla karşılaştırma yapma ihtiyacı hissettim.
Devamı, oyun teorisi ile bağlantısı ve ‘Shapley Value’ yorumda…
O dönemde bir eğitim şirketinde eğitmen olarak çalışıyordum. Aldığım eğitmen ücreti en fazla kesilen faturanın 1/3’ü oluyordu. Çoğunlukla bundan da düşük kalıyordu.
Ben eğitimli, güya uyanık ve hesapta alternatifi çok birisiydim. O zaman neden ben de bir tarım işçisi ile aynı oransal gelir paylaşımına tabii oluyordum ?
Değer yaratımında, takımın içerisinde yer alanların katkısı oranında ödüllendirilmesi gerekmez miydi ?
Üretilen değerin göstergesi olan gelirin ne kadarı benim hakkım olmalıydı ?
Üzerine kafa yordukça ‘Oyun Teorisi’ ile daha fazla aşina olup, ‘Shapley Value’ kavramıyla tanıştım.
‘Oyun teorisi’ genel anlamda rasyonel karar alıcılar arasındaki stratejik etkileşimleri konu alır. Başka bir ifade ile diğerlerinin aksiyonlarının bizim aksiyonlarımızın sonucunu etkilediği durumların analizi olarak açıklanabilir.
Rekabet ekseninde oyun teorisinin iki türü vardır; ‘Rekabetçi Oyun Teorisi’ ve ‘İşbirlikçi Oyun Teorisi’.
Aktörlerin işbirliği sergilediği durumlarda, her bir aktörün sonuca sağladığı ek katkıya bağlı olarak paylarının dağıtımını modelleyen çözüm yöntemine verilen isim ise ‘Shapley Value’.
İlk olarak Lloyd Shapley tarafından ortaya atılan ve 1992 yılında kendisine ekonomi alanında Nobel Ödülü kazandıran bir çözüm konsepti.
3-4 kişinin taksi paylaşımından, yapay zeka çalışmalarına kadar kullanımı olan ‘Shapley Value’ konsepti ile ilgili hesaplama yapmak isterseniz aşağıdaki linkten faydalanabilirsiniz.
Zihnimizdeki kalıplara uymayan kanıtlar ve örneklerle baş etme çabamızın bir ürünü ‘Gerçek İskoç Safsatası’. İlk olarak Antony Flew tarafından ortaya atılmış.
Sert abi ; “Kahve şekersiz içilir”
Eleştiren adam : “Geçen bir barista şekerin kahve aromasını kuvvetlendirdiğini söyledi”
Sert abi : “Hiçbir gerçek kahvesever kahveyi şekerli içmez”
Beynimizin bu safsatayı üretirken söylemeye çalıştığı;
1) Bu kanıt veya örnek üzerine bu konuda ek araştırma yapamam.
2) Konu ile ilgili yargımı/inancımı değiştirmek istemiyorum.
3) Sana da bir cevap vermek lazım.
4) Ne şiş yansın, ne kebap. “Gerçek kahveseverlik bu değil.”
Kurumsal hayatta ajitasyon amaçlı sıklıkla kullanılan bir safsatadır.
Lider : “Bu rapora pazartesi günü ihtiyacımız var. Her zamanki gibi mükemmel bir iş çıkaracağına inanıyorum.
Çalışan : “İş yüküm diğer ekip üyelerinin iki katı. Daha adil bir görev dağılımının toplam verimi artıracağını düşünüyorum.”
Lider : “Senin güçlü yönlerinden birisi de bu analitik bakış açın. Diğer taraftan, gerçek takım oyuncusu bu tip detaylarla vakit kaybetmez.”
1) “Çalışsaydın başarılı olurdun.”
2) “İyi fikir olsaydı tutardı.”
Yukarıdaki ifadeler tanıdık geliyor mu ? Size mi söylendi ? Yoksa siz bir başkası için mi kullandınız ? Ya da özeleştiri yaparken kendinizle ilgili ulaştığınız yargılar mı bunlar?
Koşulun reddi çok sık karşılaşılan safsatalardan bir tanesi. Yukarıdaki şekillerle söylendiğinde, bunun neresi safsata diye düşünebilirsiniz. Daha formal argüman hallerine bakalım.
1) Eğer çalışırsan başarılı olursun. Başarılı olamadın o zaman çalışmadın.
2) Eğer iyi bir fikir ise tutar. Tutmadı o zaman iyi fikir değil.
Sonucun gerçekleşmesi için, argümanda belirtilen koşul dışında en az bir farklı koşulun bulunması, devamındaki çıkarımı geçersiz kılar.
Yani başarısız olmanın veya fikrin tutmamasının koşullarda belirtilenden farklı sebepleri olabilir.
Argümanda belirtilen koşulun gerçekleşmediğine ve bunun doğrudan sonuçla ilişkisi olduğuna yönelik kanıt ortaya koyulmadan varılacak yargı geçersizdir.
Eleştirel düşünme konusunda en kolay mesafe alınacak ve hayatınıza katkı sağlayacak safsatalardan biridir.
Safsataya birkaç farklı örnek daha.
Bütün arkadaşlarımın çocukları davranış bozukluğu sergiliyor. Psikologlar bunun aşırı zekadan kaynaklandığını söylüyormuş. Benim çocuğun davranış bozukluğu göstermiyor, o zaman aşırı zeki değil.
Başarılı insanlar bu 7 özelliği sergiliyormuş. Ben sergilemiyorum o zaman başarılı değilim.
Zeki insanlar anti sosyal ve depresif oluyormuş. Ben depresif değilim ve sosyal biriyim. O zaman zeki değilim.
‘İlk Türk Unicorn’u nasıl yaratılır ?’ çalışması (hayali):
Unicorn’u yaratacakların özellikleri (varsayımsal);
- Girişimci,
- Teknolojiyle aşırı haşır neşir,
- Rekabetçi,
- Değişim sever.
Kim olabilir bu insanlar ? Hıımmm! Z kuşağı özellikleri bunlar.
Çalışma sonuçlarının sunumu muhtemelen şöyle olacak.
Konu ile ilgili ayrıntılı çalışmalar yapıp, milyon dolarlar ödeyerek yurt dışından gerekli danışmanlıkları aldık. İlk Türk Unicorn’u Z kuşağı arasından çıkacak. Bu çerçevede, Z kuşağına destek ve hızlandırma çalışmaları yapılmasına yönelik sistem oluşturduk.
Conjunction Fallacy, aslen bileşik olasılık kavramı çerçevesinde şekillenen bir yanılgı. İki birbirinden bağımsız olayın aynı anda gerçekleşme olasılıklarının, bu olayların tek tek gerçekleşme olasılıklarından daha düşük olmasıyla alakalı bir yanılgı.
İlk Türk Unicorn’unun bir Z kuşağı tarafından yaratılacağı yargısı ile ilgili bağımsız olasılıklar (farazi) şöyle olsun.
1) Türkiye’den Unicorn çıkma olasılığı % 1
2) Potansiyel içinde Z kuşağı oranı % 20
3) Türkiye’den Z kuşağı Unicorn’u çıkma olasılığı Binde 2 (%1*%20=%0,2)
Örnekte görüldüğü gibi, verilen karar % 1‘lik olasılığı pas geçip, binde 2’lik olasılığa odaklanmayı içeriyor.
Bu yanılgının sorumlusu ‘Representativeness Heuristic’ denilen beyin kısayolu. Unicorn denilince akla gelen insan görüntüsü ve/veya yaratıcılarını tanımlayan özelliklerin akla getirdiği görüntü Z kuşağı ise, tek tek olasılıkları hesaplayıp karşılaştırmıyor insan beyni. O görüntüyü daha olası olarak algılıyor.
Kurumsal hayatta lansmanı yapılan projelerin bir kısmında bu tür hatalara rastlamak mümkün. Özellikle tribünlere oynayan çalışma/proje grupları, güncel ve popüler tasnif gruplarından (x-y-z kuşağı, kırmızı-sarı-yeşil-mavi karakter vb.) sadece bir kısmına odaklanarak potansiyellerini daralttıklarının farkına varmıyorlar çoğunlukla.
Olasılıkların doğru hesaplanıp, kaynakların olasılıklarla orantılı dağılımı veya önceliklendirme için rasyonel gruplandırma bu değerlendirmenin dışında doğal olarak.