Günümüz dünyasında başarının altın anahtarı kendimizi ve başkalarını harekete geçirmekten geçiyor.
Duyguların temel rolü de aslen bu.
Düşünmek, bilmek aksiyon almak için yeterli değil. Ateşleyici bir şeylere ihtiyaç duyuyoruz; olumlu veya olumsuz.
Rasyonel düşünen kişiler genellikle;
- Duygusuz,
- Empati yoksunu,
- Düşük duygusal zekalı
benzeri tanımlamalara maruz kalıyor.
Duygular yoluyla manipüle edilmeye gösterilen direnç sebebiyle, manipülatör tarafında yaşanan engellenme hissinin yansıması bu tanımlamalar.
Yani biri size duygu sömürüsü yapıyor ve başarısız oluyorsa, büyük ihtimal sizi duygusuzlukla suçlayacaktır.
Ya da karşılanmayan beklentilerin rasyonel bir sebebi olmadığında, beklenti sahibinin yaşadığı hayal kırıklığını gerekçelendirme ihtiyacının bir sonucu.
Yani mantıklı ve makul olmayan taleplerini geri çevirdiklerinizin, sizi empati yoksunu olarak tanımlamaları oldukça olasıdır.
Paul Maclean tarafından geliştirilen ‘Triune Brain Theory’; beynin bilişsel, duygusal ve yaşamsal fonksiyonları arasındaki etkileşimi anlamada iyi bir model.
Basit olarak beynin fonksiyonel üç katmandan oluştuğunu ifade ediyor.
1) Sürüngen Beyin (İçgüdüler, Hayatta Kalma)
2) Limbik Sistem ( Duygular)
3) Neocortex ( Konuşma, Mantık, Bilişsel Beceriler)
Bu üç katman farklı fonksiyonlardan sorumlu olmalarına rağmen, sürekli ve çift yönlü etkileşim halindeler.
Başka bir ifadeyle duygular, bilişsel fonksiyondan bağımsız ayrı bir yapı değil.
Kalpten veya bağırsaklardan çıkması/yönetilmesi söz konusu değil.
Duygusal zeka denilen şey de aslen, beynin duygusal bölümünün mümkün olduğunca bilişsel bölüm tarafından kontrol altında tutulması anlamına gelen bir kavram.