Super User

Super User

Çarşamba, 17 Temmuz 2024 09:42

WHAT IS AFTER NATION STATES AND CAPITALISM?

 

 

 

No... Your guess is wrong, not communism.

 

AI states it is.

 

Human kind have been organizing around different grouping stories through the ages.

 

You had to be better organized than other groups in order to reach more resources.

 

To exploit your group members and others, you need an inspiring and connecting story for big masses. It was religion sometimes. Enemy, looting, life style myths and etc. on other times.

 

In each and every case, you need more people believing that story. Because, you need more people to produce and more people to fight, at the end.

 

Story was the "Nation Idea" for last 2-3 centuries.

 

USA added some more above it. "Land of Opportunity".

 

Actually, one level down in capitalist nation states, big corporations is the organization type which make it possible to exploit human masses, both in-group and out, in favor of privileged minority.

 

But it is coming to an end. AI revolution is the reason behind it.

 

With all capable AI's, there will be no need for big human masses, other than AI people.

 

AI will produce everything, including the production machines and army units as well.

 

So, privileged minority, who will invest in AI, will need less people, who will develop, execute and control AI systems.

 

Most probably, there is going to be competing AI systems in the future world, not only one centralized AI. Competition will be on world resources, very likely.

 

So, be prepeared for AI States which is governed by AI people.

 

P.S. You can reach corrected and improved version (by chatgpt) of this text from the link below.

 

https://chatgpt.com/share/e416d131-c8fd-4379-b6f4-a05cd0892c31

 

 

 

 

Pazar, 14 Temmuz 2024 15:02

OBEZ BEYİNLER

 

 

Bugün kaloriye ulaşmak kolay. O yüzden obezite bu kadar yaygın.

 

Sahip olduğumuz beden kaloriye zor ulaşılan bir çevrede evrimleşmiş.

 

Hayatta kalabilmek için yiyecek bulduğumuzda yiyebildiğimiz kadar yemeğe programlanmışız.

 

Bilgi de hayatta kalmak için en az yiyecek kadar önemli. Hatta belki daha da fazla.

 

Nerede avcı var, neresi yiyecek kaynağı, nasıl silah yaparız yaşamsal önemde.

 

Sosyal bir varlık olduğumuzdan, gruptan dışlanmak nerdeyse ölüme eşdeğer. Grup içi statünüz ne kadar kaynağa erişebileceğinizin temel belirleyeni.

 

Dolayısıyla, diğer grup üyeleri ne yapıyor, kim kiminle işbirliği içinde, kim kime saldırdı vb bilgiler hayatta kalma ve üreme şansını belirliyor.

 

O yüzden yiyecek bulunca patlayana kadar yediğimiz gibi, bilgi bulunca alabildiğimiz kadar almaya programlanmışız.

 

Diğer taraftan, iyi kalori kötü kalori farkına dikkat etmediğimiz gibi; gerekli bilgi gereksiz bilgi farkına da duyarlı değiliz.

 

Fast food ve çöp gıdalara düşkünlüğümüz gibi; yalan haber ve komplo teorilerine meraklıyız.

 

Dedikoduya o yüzden hayır diyemiyoruz.

 

O yüzden sosyal medya fenomeni ve influencer diye yeni meslekler türedi.

 

O sebeple hikayelerle kandırılıyoruz.

 

Çözüm ne mi ? Sağlıklı ve dengeli bilgi diyeti.

 

Belki zaman zaman da sosyal medya ve ana akım medya orucu.

 

Hepsinin üzerinde de eleştirel düşünme becerileri.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bildiklerini doğrulamak, dopamin pompalamak ve egonu okşamak dışında sana bir şey kazandırmaz. Bilmediğin ya da hatalı olduğun gerçeği ile yüzleşme olasılığı acı verici olsa da; yeni şeyler öğrenme ihtimalini artırmak için bildiklerini yanlışlamaya çalış.

 

"Ben öyle olmasını istiyorum" veya "Öyle olsa mutlu olurum" benzeri ifadelerin; akıl yürüttüğün şey ne yiyeceğin veya nerede tatil yapacağın değilse, akıl yürütme sürecine herhangi bir etkisi ve katkısı yoktur. Çoğunlukla o durumlarda dahi tek belirleyen senin arzuların değildir.

 

İnanır ve inanmaya devam edersen gerçek olacak tek şey Peter Pan'ın dirilmesi. Motivasyon-aksiyon döngüsüne etkileri dışında, inanmanın var etme veya yok etme gücü maalesef yok.

 

Ruh halinin sonuçlar üzerinde etkili olduğu sınırlı durumlar hariç, olayları nasıl algıladığın realiteyi değiştirmez. Olsa olsa ruh haline bağlı tepkilerini şekillendirir. Histerik tepkiler vermen veya olayları budist rahibi dinginliğinde karşılamanın akıl yürütme sürecinde bir karşılığı yok.

 

Bazı durumlarda, doğru karar vermeye çalışmak yerine, yanlış karar vermemeye çalışarak, neyin konuyla alakalı olduğunu anlamaya çalışmak yerine, neyin alakasız olduğuna anlamaya çalışarak daha başarılı çözümlemeler yapmak mümkündür. Neyin yanlış olduğunu belirleyebilmek, her zaman için neyin doğru olduğunu belirleyebilmekten kolaydır.

 

Manifestonun önceki bölümleri :

 

https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/118-kendime-elestirel-dusunme-manifestosu-1

 

https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/120-kendime-elestirel-dusunme-manifestosu-2

 

https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/121-kendime-elestirel-dusunme-manifestosu-3

 

https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/122-kendime-elestirel-dusunme-manifestosu-4

 

https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/123-kendime-elestirel-dusunme-manifestosu-5

 

 

 

 

Cumartesi, 29 Haziran 2024 08:58

WİTTGENSTEİN'IN CETVELİ

 

 

Cetvelin doğruluğuna güvenmiyorsanız ve bir masayı ölçmek için cetveli kullanıyorsanız, cetveli ölçmek için de masayı kullanıyor olabilirsiniz.

 

Ludwig Wittgenstein'ın "Philosophical Investigations" kitabında irdelediği bu metafor, onun adıyla anılıyor.

 

Örneğin, TÜİK'in enflasyon verilerini, enflasyonu ölçmekten çok, TÜİK'i ölçmek için kullanıyoruz yıllardır.

 

Yandaş bir ekonomi yorumcusunun güncel yorumlarını, ekonominin son durumunu değerlendirmekten çok, yandaşın yandaşlık seyrini değerlendirmekte kullanıyorum ben.

 

Örneğin, seçim yenilgisi sonrası, ekonomideki kötü gidişin sonuçlar üzerinde etkili olduğunu söyleyen yandaş ekonomist, aslında ekonomi ile ilgili yorum yapmıyor. Kendisinin yandaşlığa devam edip etmeyeceğine ilişkin ara bir değerlendirme yapıyor.

 

Ayşe'nin Fatma hakkında söyledikleri, Fatma hakkında çok bir şey ifade etmez ama; Ayşe'nin kendisi hakkında çok şey söyleyebilir. (Ayşe'nin güvenilirliği şüpheli ise)

 

 

 

 

 

Salı, 25 Haziran 2024 17:05

VERGİLER VE DEMOKRASİ

 

 

Demokrasilerde inanılmaz karmaşık vergi sistemleri ve devlet yardımlarına ilişkin düzenlemeler vardır.

 

Bu kadar karmaşık olması tesadüf değildir.

 

İktidarı elde etmek ve devamını sağlamak için güç bloklarına ve kilit destek gruplarına servetin dağıtılması gerekir.

 

Servet transferi diktatörlüklerde olduğu gibi ‘Ben sana verdim, oldu.’ şeklinde gerçekleşmez. Çünkü demokrasilerde, ordunun, yargının, hazinenin başındaki birkaç kişi değildir, iktidara yönelik gücün anahtarı.

 

İktidarın kilidi olan grupların vergi oranlarını azaltırken, bütün yükü diğerlerine yükle. Yardımları ise destekçilerine yönlendir.

 

Örneğin tarım desteği bir ülkenin ihtiyacı olan gıdayla değil, tamamen çiftçi bloğunun oyunun ne kadar önemli olduğuyla alakalıdır.

 

Çiftçi oyunun seçimi etkilemediği ülkelerde tarım yardımları yoktur.

 

Eğer bir blok oy vermiyorsa, örneğin genç vatandaşlar veya emekliler, onlara ödül vermeye gerek yoktur.

 

Sayıca çok olsalar bile gücü elde etmek için önemsizdirler.

 

Demokrasilerde, paraları, etkileri veya iyilikleri seni iktidarda tutacak kilit destekçilere (yandaş) ihtiyacın vardır.

 

Onlara, bir diktatörün yapacağı gibi, doğrudan para teklif edemesen bile; yatırımları için ayrıcalıklar yaratabilir, onların yazdığı kanunları geçirebilir veya onların hareketleri için hukuki dokunulmazlıklar sağlayabilirsin.

 

Hazineden doğrudan ödeme yapamazsın ama, hazine garantili ihaleler iş görür.

 

Onların vergi borçlarını affetmek de başka bir yöntemdir.

 

Hatta devlete olan ödemelerini de 20-30 yıl erteleyebilirsin.

 

Diğer taraftan, vergi oranları ile toplam gelirler arasındaki ilişkiyi iyi anlamak gerekir.

 

Zenginliği (devlet gelirleri) bir veya birkaç yeraltı kaynağına (petrol, altın vb.) dayalı ülkelerde vergi oranları düşüktür. Bu ülkelerde demokrasiye ihtiyaç yoktur. Diktatör zenginliği kilit destekçileri (yandaşlar) ile doğrudan paylaşır.

 

Demokrasilerde ise zenginliğin (devlet gelirleri) kaynağı üretken halktır. Halktan alınan vergilerdir. Ve üretken halk eğitimli ve bilinçli olduğu için yüksek vergiden hoşlanmaz. Üretmeyi ve/veya vergi ödemeyi bırakabilir. Ya da göç eder.

 

Bu sebeple, demokrasilerin vergi oranları, zenginliği yerden kazılan diktatörlükler gibi düşük iken, halka götürülen hizmet (hazineden halka harcanan kısım) diktatörlüklerden farklı olarak yüksektir.

 

Çünkü, iktidarı elinde tutanların zenginliği kendi destekçilerine dağıtmak için halkın üretmesine ve bu üretimden vergi alınmasına ihtiyaç vardır.

 

Demokrasideki yöneticiler için üretkenlik ne kadar fazlaysa o kadar iyidir.

 

Bu yüzden üniversiteler, hastaneler ve yollar yapar, özgürlükler verirler.

 

Kalplerindeki iyilikten değil, vatandaşların üretkenliğini dolayısıyla vergi gelirlerini arttırdığı için.

 

Vergi düzenlemelerine ilişkin güncel gelişmeleri bir de bu bakış açısıyla değerlendirmek faydalı olabilir.

 

Not : Bu yazıdaki görüşler, Bruce Bueno de Mesquita ve Alistair Smith’in “The Dictator's Handbook” kitabından esinlenerek oluşturulmuştur. Kitap her ne kadar politik güç için kurallara odaklanıyor olsa da, kurumsal liderlik dahil her türlü liderlik için uygulanabilecek tavsiyeler içermektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bugünkü sistem, dünya kaynaklarını ham haliyle değil de dönüştürerek (örneğin; yat, otomobil, cep telefonu vb) kullanmamız ve özellikle de zengin ayrıcalıklı sınıfın daha fazlasını kullanması üzerine kurulu.

 

Önceleri avcı toplayıcı olarak, doğal yoldan yetişmiş nebat, hayvan ve ham madenleri kullanmışız tarım devrimine kadar.

 

Tarım devrimi ile dünyanın kaynaklarını dönüştürerek kullanmaya başlamışız. Üretmek dediğimiz bu dönüştürme süreci hızlanarak devam etmiş günümüze kadar.

 

Avlanma ve toplamadan farklı olarak yapılan bu dönüştürerek kullanma işinde insan merkezde yer almış sürekli.

 

Sistem, üretimi insanlara yaptırıp, üretime yaptıkları katkıdan daha azını onlara bırakmak ve farkı, ayrıcalıklı sınıfların sömürmesi şeklinde süregelmiş o günden bugüne.

 

Feodalizm, monarşi, cumhuriyet, demokrasi kapitalizm vb ismi ne olursa olsun uygulanan sistemlerin hepsinde bu sömürü sistemin merkezinde yer almış.

 

Bu arada, üretimin insana olan bağımlılığı endüstri devrimi ile azalırken, makinelerin üretimdeki rolü artmaya başlamış.

 

AI devrimi ile geldiğimiz noktada, üretimde insana olan ihtiyacın sıfıra doğru gitmesi durumu söz konusu.

 

Peki bu olduğunda ne olacak? Her şey makineler tarafından yapıldığında insan ne yapacak? Sistem nasıl devam edecek?

 

Temel olarak üretimde sınırı belirleyen şey üretime katılan insan sayısı iken, o andan itibaren dünyanın kaynaklarının toplamı olacak.

 

Bugün dünya kaynaklarından alacağınız payı belirleyen şey para. Ne kadar paranız olacağı ise üretiminiz karşılığı size layık görülen gelirle belirleniyor. (Zengin doğmanız veya üretime katkınızdan fazlasını kazandığınız adaletsizlikler bir kenara bırakıldığında).

 

Üretimi makineler yaptığında, insan çalışmayacak ve para kazanmayacak anlamı taşıyor.

 

Bu durumda makinelerin ürettiği dönüştürülmüş dünya kaynaklarının ne kadarını kimin kullanacağına kim karar verecek? Yapay zeka mı? Bu makine ve otomasyon sistemlerini kuranlar mı?

 

Bu otomasyon sistemlerini kuranlar, sömüremeyecekleri bu insanların dünya kaynaklarından pay almasına neden izin versinler.

 

Bugüne kadar, üretime katkılarından daha azını verip aradaki farkı sömürerek kendi tüketimlerine eklemek için kullandılar bu insanları.

 

Kendi zenginliklerinin kaynağı bu insanlardan sömürdükleriydi. Kendi tüketecekleri dünya kaynaklarını dönüştürmek için insanlara ihtiyaçları vardı.

 

Artık tüketmek için insan topluluklarına ihtiyaç duymayan ayrıcalıklı sınıf neden dünya kaynaklarını bu fakir ve işlevsiz zavallılarla paylaşsın?

 

Not : Teknolojik gelişmelerin işsizliğe yol açacağına ilişkin yanlış bir inanış olduğu, aksine yeni teknolojilerin bazı işleri bitirirken yeni işler yarattığı şeklindeki Luddite Fallacy, eninde sonunda geçersiz hale gelecek. Her şeyin makineler tarafından yapılabileceği son noktaya giderken Luddite Fallacy doğru olabilir ancak, eninde sonunda o son nokta gelecek. Ve çok uzakta da gözükmüyor.

 

 

 

 

 

Cuma, 14 Haziran 2024 17:33

DENGE ARAYIŞI VE ÇEVRİM KURU

 

 

Beynimiz verdiklerimiz ve aldıklarımız arasında sürekli bir denge arayışı içerisindedir.

 

Verdiklerimiz ve aldıklarımız arasında rasyonel anlamda dengede veya artıda olmayan bir durumu devam ettirmekte zorlanırız.

 

Diğer taraftan, bu denge arayışı ve hesabı oldukça kişisel bir süreçtir.

 

Verilenler ve alınanlar arasında çevrim/değiş tokuş oranı (döviz kuru misali) herkes için farklıdır. Yani hesap herkes için görecelidir.

 

Dışarıdan bakan birisi tarafından ekside gözüken hesap; durumun öznesi olan kişi için artıda olabilir. Sebebi, dışarıdan bakanın çevrim kurları ile öznenin çevrim kurlarının farklı olması kaynaklıdır.

 

Diğer taraftan, hesap bizim için eksiye geçtiği andan itibaren, devam etmek için; sevgi, korku, yetersizlik vb duygulara ihtiyaç duyarız.

 

Başka bir ifadeyle, bizi irrasyonel bir şekilde harekete geçiren de, hareketten alıkoyan da duygulardır.

 

Duyguların yeterli gelmediği bazı durumlarda ise, kendini kandırma ustası beynimiz, çevrim kurlarını güncelleyerek bu sürdürülemez durumu katlanılabilir hale getirir.

 

Örneğin, haftada 40 saat vücudunuzu, beyninizi, yeteneklerinizi ve repütasyonunuzu kullandırdığınız işyerinden elde ettiğiniz maddi ve manevi haklar sizin için negatif bir denge durumu ifade ediyor olabilir.

 

Devam etmenizi sağlayan şey, daha iyi şartlarda bir iş bulamama korkunuz olabilir.

 

Ya da çalıştığınız kurumdaki ortamı/insanları sevdiğiniz için devam edersiniz.

 

Duygular yetersiz kaldığında ve değişim için motivasyonunuz olmadığında; durumu rasyonalize etmek için çevrim kurlarını güncellemeyi tercih edersiniz.

 

Belki de yetenekleriniz için belirlemiş olduğunuz çevrim kuru devalüasyona ihtiyaç duyuyordur.

 

Gençler için (Z kuşağı diyorlar) çevrim kurları, piyasadaki geçerli kurlarla uyumlu olmuyor çoğunlukla.

 

Yaşlılar (sisteme uyum sağlamış olanlar) "Z kuşağının beklentileri gerçekçi değil" diye yorumluyor bu durumu.

 

Her kuşak zamanla kendi çevrim kurlarını sistemin kurlarıyla uyumlu hale getiriyor.

 

Bu arada sistem kurları da kuşak değişiminden etkileniyor.

 

Kuşağın kurları sistemin kurlarına doğru yaklaşma eğilimi sergilerken, sistemin çevrim kurları da gelen kuşağın beklenti çevrim kurlarına doğru hareket sergiliyor.

 

 

 

 

"2+2=5" gerçeklikle ilgili nesnel iddia (objective claim).

 

"En güzel renk kırmızı" öznel iddia (subjective claim).

 

Doğrularla yanlışların konusu nesnel iddialar iken, öznel iddialar sorgulama ve eleştiri dışı alan olarak ifade edilebilir.

 

İddialar ekseni ile ilgili önceki paylaşım;

 

https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/201-benim-dogrularim-bana-gore-yanlis

 

Herkesin diline pelesenk ettiği, "Benim doğrularım" ve "Katılmıyorsan bile saygı duy" ifadeleri aslen iddialar ekseninin öznel ucundaki çok sınırlı bir bölüm için geçerli.

 

Öznel iddialar dahi, içeriğine bağlı olarak sorgulanıp eleştirilmekten müstesna değil.

 

Örneğin, "Birilerini aşağılamak hoş bir şey" öznel bir iddia olmakla birlikte; saygı duyulacak bir ifade değil.

 

Dolayısıyla, bir iddianın öznel olması dahi saygı duyulması için yeter şart değil.

 

Durum böyle iken, sırf sen öyle olduğunu düşünüyorsun diye iddiana/görüşüne saygı duyulmasını beklemek biraz abes.

 

Görüşe/iddiaya saygı duyulup duyulmayacağını belirleyen şey içeriği ile yani görüşün ne olduğu ile doğrudan alakalı.

 

Fikir alışverişlerinin ve insan ilişkilerinin olmazsa olmazı nezaket ve saygı bu bağlamın dışında.

 

Yani, tartışmanın ve/veya fikir beyanının nezaket ve saygı sınırları içerinde yürütülmesi ayrı bir konu, bir fikire saygı duyulup duyulmaması tamamen başka bir konu.

 

Lafın özü, sırf "Benim doğrum" ifadesini kullanıyorsun diye bir iddianın, eleştirilmeyecek, sorgulanmayacak ve doğrudan saygı duyulacak kategoride sınıflandırılması söz konusu değil.

 

Argümanının sağlamlığına ve geçerliliğine odaklan.

 

Not : "2+2=5" yanlış değeri alan nesnel bir iddiadır. Yani, gerçeklikle ilgili olmasına rağmen gerçeği yansıtmamaktadır.

 

 

 

 

Cuma, 14 Haziran 2024 17:24

BENİM DOĞRULARIM, BANA GÖRE YANLIŞ

 

 

Benim doğrularım diye bir şey yok.

 

Doğru senin doğrun olmadığında da doğru.

 

Bana göre yanlış diye bir şey de yok. Yanlış senin keyfine bırakılan bir tercih alanı değil.

 

Böyle giriş yapınca itici geldi değil mi ?

 

Düşünce özgürlüğü, bireysellik felan, filan...

 

Görüş, karar ve yargılarımız konu olduğunda, hepimiz bir miktar kafa karışıklığı yaşıyoruz.

 

Doğru ve yanlış tanılamasını işimize geldiği gibi kullanıyoruz.

 

Kanıtlar görüşümüz lehinde ise, "doğru" ve "yanlış" ifadelerini kalın harflerle ve yüksek sesle kullanmaktan çekinmiyoruz.

 

Karşıt görüş lehine kanıtlar sunulduğunda ise "benim doğrum", "bana göre yanlış" tanımları arkasında kaçamak güreşiyoruz çoğunlukla.

 

Konuyu netleştirmek adına, iddialar ekseninin nesnel (objective claim) ve öznel (subjective claim) iki ucundan bahsetmek gerek.

 

Öznel iddia (subjective claim), özneye bağlı olarak değişiklik gösteren; duygu, değer, tercih, zevk ve yargıların işin içinde olduğu alan olarak tanımlanabilir.

 

Nesnel iddia (objective claim) diğer taraftan, gerçeklikle ilgili konuları kapsar. Gerçeklikle ilgili olması, gerçek olduğu anlamı taşımaz. Doğru veya yanlış değeri alabilir. Yanlış değeri aldığında gerçek olmadığı anlamı taşır.

 

Oh çok güzel ! Olay çözüldü o zaman.

 

Zevklerle renkler tartışılmaz... Gerçeklik de bilimin ilgi alanı...

 

Eleştirel düşünmeye ve rasyonelliğe çok da gerek yok o halde ?

 

Aksine, öznellik/nesnellik ekseninin bu iki ucu, düşünsel faaliyetlerimizin çok küçük bir bölümünü oluşturuyor aslen.

 

Akıl yürütme faaliyetlerimizin çoğunluğu bu iki uç arasındaki alanda gerçekleşiyor.

 

Bu alan, ne tam nesnel gerçekliğin ne tam kişisel tercihlerin alanı.

 

Yani, ne gerçeklikle ilgili kesin doğru veya yanlışlar var bu alanda; ne benim tercihim benim kararım diye basitleştirilebilecek iddiaların oyun alanı burası.

 

Örgün eğitim ve siyaset bu ara alanı şekillendirmeye çalışır tüm dünyada.

 

Eğitim müfredatı bu anlamda önemlidir. Nesnel gerçeklikle ilgili temel bilimlere ilişkin ders saatleri ve içerik azaltılırken, dünya görüşü ve ideoloji içerikli ders saatleri artırılır.

 

Egemen ve yönetici sınıfın dünya görüşü ve ideolojisi, örgün eğitimden başlayarak, nesnel gerçeklikmiş gibi benimsetilmeye çalışılır.

 

Sonra ortalıkta, fanatik takım taraftarı gibi, kendisine ezberletilenleri; "benim doğrularım", "bana göre yanlış", "benim tercihim benim kararım" diye diye savunan tipleri görürsünüz.

 

Sorgulamaya kalktığınızda ise, "katılmayabilirsin ama saygı göster" tepkisiyle karşılaşırsınız.

 

 

 

 

 

Cuma, 31 Mayıs 2024 14:03

LLM ELEŞTİREL DÜŞÜNEBİLİR Mİ ?

 

 

LLM AI bilişsel anlamda bir düşünme faaliyetinde bulunmuyor. Bağlamı belirledikten sonra, her bir kelime sonrası bir sonraki gelecek kelimeyi frekansı yüksek olanlar arasından belirleyen istatistiki modeller bunlar.

 

Böyle söyleyince sanki küçümsüyormuşum gibi bir durum ortaya çıkabilir. Pek öyle değil.

 

Aslında insan beyninin (hızlı beyin) faaliyeti de bu şekilde. Otomatik beyin ezber ve kalıplar üzerinden çalışıyor. Yani çoğunluğun yaptığını taklit ediyor LLM AI.

 

O yüzden karşımızda insan varmış izlenimi ediniyoruz. O yüzden mantıksal çıkarımlar ve muhakeme konusunda bazı eksikleri var şeklinde çokça yorum okuyoruz.

 

En son ChatGPTo sürümüne bir de duygusal zeka sosu eklemişler ve tam insan olmuş.

 

 

Eleştirel düşünme yetkinliğine sahip küçük bir azınlık dışındaki insanlarla aynı şeyi yapıyor. Makina olduğundan ezber avantajı ile.

 

Bir sonraki aşama, eleştirel düşünme becerileri eklemek olabilir. Fakat bu yapıldığında çok hoş algılanmayacak ve ticari karşılığı olmayacak kanımca.

 

Lafın özü, eleştirel düşünebilen bir AI için daha uzun süre beklemek gerekebilir.

 

 

 

 

 

Page 1 of 19