İnsanların bilgi ve yetkinliklerinin ne kadar farkında olduğuna ilişkin iki parametreli bir matriks oluşturdum.
Öğe adlarında, her ne kadar yatay parametreyi "bilmek" olarak ifade etmiş olsam da, aslen bilgi veya yetkinliği sahip olmak veya olmamak durumunu tanımlamak için kullandım.
Bu matriks ile, çalışanları 4 farklı grupta sınıflandırdım.
1-BİLMEDİĞİNİ BİLMEYEN: Bu grupta yer alanlar yetersiz olduklarının farkında değildirler. Bilgi ve yetkinliklerini abartma eğilimindedirler. Kendini beğenmişler en çok 3 nolu grup ile bu gruptakiler arasından çıkar. Bu grubun kendini beğenmişleri sahte özgüven örneğidir. Her işe maydanoz olup bir işe yaramayan tiplerdir. Çoğunlukla işleri eline yüzüne bulaştırırlar. Hem kel hem fodul lafı bunlar için söylenmiştir.
2-BİLMEDİĞİNİ BİLEN: Bunlar salla başı al maaşı tiplerdir. Etliye sütlüye dokunmazlar. İş yapıyor gibi gözükür, günü kurtarmaya çalışırlar. Gelişime açık ve iyi niyetli olanları, eğitimle bu durumu değiştirmeye çalışırlar. İyi niyetli olanları gelecek vadedebilir.
3-BİLDİĞİNİ BİLEN: Karakterine bağlı olarak iyi çalışan olabilirler. Vazgeçilmez ve ikame edilemez olduklarında, bu durumu lehlerine kullanabilecek olanlar çıkabilir bu grubun içerisinden. Ayrılma, başka şirkete geçme muhabbetleri ile üstü kapalı şantaj yapabilirler. İyi niyetli olanları şirket için son derece faydalı çalışanlardır. Memnun olmadıklarında ve istekleri karşılanmadığında ayrılma olasılıkları yüksektir.
4-BİLDİĞİNİ BİLMEYEN: Bunlar kendi değerinin farkında olmayan ya da yetkinliklerini olduğundan düşük değerlendirme eğiliminde olan tiplerdir. Aslen iyi iş çıkarırlar. Ayrılmayı da pek akıllarından geçirmezler. İyi performans gösteren, sadık çalışanlardır.
Gerçeği öğrenmek istiyorsan yalanı vaaz et. (Fransızca deyiş)
Yeşim taşına ulaşmak için ortaya tuğla yuvarlamak. (Çince deyim)
Wikipedia'nın ilk versiyonunu geliştiren Ward Cunningham'ın;
"İnternette doğru cevabı almanın en iyi yolu soru sormak değil, yanlış cevabı ortaya atmaktır"
şeklindeki ifadesine atıfla adlandırılmış bir olgudur, Cunningham Yasası.
Yanlışı bulup, düzelterek, en iyisini bildiğimizi ispat etmenin dayanılmaz hazzının peşinde koşan bizi iyi tanımlayan bir olgudur.
Düzeltme refleksimizin, sorulan sorulara cevap verme motivasyonumuzdan çok daha güçlü olduğunu tespit eden bir kavramdır.
Yardım istemektense, bilerek yanlış bir şeyler söyleyerek yardıma ulaşma ihtimalimizin daha yüksek olduğuna vurgu yapar.
Cunningham'ın bu ifadesi her ne kadar internet ortamı için söylenmiş olsa da, insan iletişiminin olduğu her alanda geçerlidir.
Bilgiye ulaşmanın yolunun internetten yapay zekaya kaydığı gerçeğinden hareketle, yasayı ChatGPT ile test etmek istedim.
Maalesef ChatGPT bu tip bir motivasyona sahip değil. İyi bir yalaka/dalkavuk gibi sürekli onaylama ve/veya görüşünüzü cilalama peşinde.
ChatGPT kullanımında, görüşünüzü onaylatmaya çalışmak yerine, yanlışlatmaya çalışmak çok daha önemli hale geliyor başka bir ifadeyle.
ChatGPT sohbet;
https://chatgpt.com/share/68073cf6-2ed0-8002-9a70-0ca9a32e3895
Konu hakkında yapılan ilk çalışma 2003 yılına tarihli. Bu ilk çalışmada, yüksek ünlü hayranlığı ile düşük bilişsel beceri arasında bir ilişki olduğu ortaya konmuş (McCutcheon, Ashe, Houran, Maltby).
Sonraki yirmi yılda yapılan çalışmaların bir kısmı bu bulguyu destekler sonuçlar elde ederken; diğer bazı çalışmalar ise, kişiye bağlı davranışsal aşırı özelliklerin belirleyici olabileceğine ilişkin bulgulara ulaşmış.
McCutcheon, Zsila ve Demetrovics tarafından 2021 yılında yayınlanan çalışma diğerlerinden biraz farklı. Şöhretlere hayranlık ile bilişsel beceri ilişkisini araştırırken, deneklerin; özgüven, maddi servet, demografik ve sosyo ekonomik özelliklerine dayalı etmenleri izole etmişler.
Sonuç, açıklayıcı gücü düşük de olsa, şöhret/influencer takıntısı ile düşük bilişsel performans arasında doğrudan bir ilişki olduğu yönünde.
https://bmcpsychology.biomedcentral.com/articles/10.1186/s40359-021-00679-3
Zekice şeyler paylaşarak influencer/şöhret olacağınızı düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz.
Gasp, silahla yaralama, yasaklı madde bulundurma veya hırsızlık. Fail suçlu bulunduğunda alacağı cezanın duruşmaya hangi hakimin baktığına göre değişmemesi gerekir, değil mi ?
Aynı suçtan hüküm giyen bir kişinin 2 yıl ceza alırken, bir diğerinin 10 yıla mahkum edilmesi son derece garip bir durumdur. Hatta aynı suçtan suçlu bulunan bir diğer kişinin salıverilmesi durumu daha da tuhaf kılacaktır.
Gerçek hayatta olmayacak, varsayımsal bir durumdan bahsetmiyorum.
Yargının veya yargıçın takdiri konusunun adalet duygusu üzerinde yarattığı tahribat 1970'li yıllarda ABD'de sorgulanmaya başlıyor.
1973 yılında kendisi de bir yargıç olan Marvin Frankel kamuoyunun dikkatini yargı kararlarındaki yüksek parazit (noise) konusuna çekmeyi başarıyor.
Frankel'ın söylemleri ve örnekleri oldukça çarpıcı olmasına rağmen, büyük veriye dair analizler içermiyor.
İlk veriye dayalı analizi kendisi yapıyor bu arada. Çok sayıda analiz ve çalışma yapılıyor peşi sıra.
208 federal yargıçın yer aldığı ve varsayımsal davanın değerlendirildiği bir çalışmada; ortalama hapis cezası 8 yıl 6 ay olurken, en az ceza veren hakim 1 yıl 1 aya hükmetmiş, bir hakim ise müebbet hapis cezasına karar vermiş.
Çalışma ve istatistiki analizlerle cezai yargı kararlarında ortaya konulan bu yüksek parazit (noise), 1975 yılında ilk yargı reform tasarısının senatoya sunumu ve reddi ile sonuçlanmış. Takip eden yıllarda sürekli reddedilen reform en son 1984 yılında kabul edilmiş.
Reform ile ceza yargısı kararlarındaki parazit (noise) konusunda önemli gelişmeler kaydedilmiş.
Reform ile getirilen yönergeler hareket alanlarını daralttığı için olacak, yargıçlardan büyük oranda tepki görmüş. 2005 yılında yüksek mahkeme yönergelerin yol gösterici olduğunu belirterek reformu iptal etmiş.
Lafın özü, adaletin davanıza hangi hakimin atandığına bağlı olarak tecelli etmesi gibi bir durum söz konusu. Mutlak iktidarı ele geçirmenin yolu da kendi hakimlerinizi görevlendirmekten geçiyor.
Hukuka ve adalete güvenenler için farklı bir bakış açısı olsun.
Yazı konusu kanıt/örnekler "Noise - Daniel Kahneman, Olivier Sibony, Cass R. Sunstein" kitabından alınmıştır.
Sıradan olmayın, derslerde verilenlerle yetinmeyin.
Projelere katılın, tatillerinizde staj yapın, önemli insanlarla bağlantıya geçin.
Yeni trend bu. İş bulmak için üniversiteyi sıradan bir şekilde bitirmek yetmezmiş.
Sıradan olmayın, giriş seviyesi maaş ve haklar ile sınırlı kalmayın. 4-5 katı ücret ile işe başlatın.
Sıradanın 4-5 katı yan haklar verin, çalışanlara değer katacak sıradışı bir iş ortamı sağlayın.
Yoook... Öyle olmaz.
Biz sana sıradan bir ücret ve yan haklar paketi sunup, sıradan bir işte çalıştıracağız. Ama sen sıradışı olacaksın.
Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu diye sorunca da; "Ekmek aslanın ağzında", "Hele bi 3-5 sene çalış, ona göre bakarız", "Üç harfli market zincirleri üniversite mezunu alıyormuş" diyeceksin.
Ülkeyi yönetenlerin mi yoksa insan kaynakları profesyonellerinin mi ayıbı bilemedim ?
AI öncesi akıl yürütmeyle ilgili temel sorun, güdümlü akıl yürütme (motivated reasoning) ve teyit yanılgısı (confirmation bias) idi.
Kimliğimize ve bunun alt kodlarına uydurmak için gerçeği eğip bükerken; inanç, düşünce ve varsayımlarımızı teyit edecek kanıt ve bilgileri cımbızlama peşindeydik, google aracılığıyla eriştiğimiz ağ üzerinde.
AI ile baştan bildiğini onaylama ve desteklemeye yönelik arama/cımbızlama işi ortadan kalktı ama bu durum bir sorunu da beraberinde getirdi. Aramaya başlarken bizim için belli olan sonucu ve bunu destekleyen kanıtları vermiyordu AI her zaman.
Devreye sufle mühendisliği (prompt engineering) girdi hemen. İstediğimizi almak, gerçeği eğip bükmek için neleri, nasıl söyleyeceğimizi, başka bir ifade ile, ne taklalar atacağımızı öğrenmeye başladık.
AI geliştiricileri de boş durmadı bu arada. Gerçeğe ve kanıtlara rağmen bizim istediğimizi alabilmemiz için geliştirmelere gittiler AI yeni sürümlerinde. Duygusal zeka sosu da eklediler yeni sürümlere.
Yine isteyen istediğini alıyor AI'dan. Yani güdümlü akıl yürütme (motivated reasoning) ve teyit yanılgısı (confirmation bias) halen en büyük engel akıl yürütme faaliyetlerinde.
Akıl yürütme işi doğrulamaya değil yanlışlamaya çalışma işidir özünde.
Güdümlü akıl yürütme ve doğrulama yanılgısı gibi genel akıl yürütme kusurlarının farkında isen, AI'ı yanlışlama çabası için kullan.
Yanlışlayamıyorsan, yanlışlanana kadar doğru kabul edebilirsin.
Özünde yanlışlanamaz argümanlara karşı dikkatli ol bu arada. Bunlar için zaman harcamaya değmez.
Hepimiz zaman sınırlı tek bir yaşam sürüyoruz bu dünyada.
Fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamak için bu sınırlı zamanı sattığımız bir sistem içerisinde yaşıyoruz.
Önceleri iş/özel yaşam ayrımı yokmuş. Ya köleymişsin bütün hayatı iş olan; ya sahipmişsin bütün zamanı özel olan.
Kölelik sürdürülemez olunca, sistemi biraz modifiye ederek, iknaya dayalı kölelik sistemini koymuşlar yerine. İkna aracı olarak da maaş diye bir şey icat etmişler.
Dünya üzerindeki sınırlı zamanımızı sattığımız gönüllü kölelik düzeni var günümüzde.
Fiziksel ve duygusal ihtiyaçlarımızı karşılamak için haftalık 40 saatimizi satmanın normal olduğuna inandırılıyoruz hayatımızın ilk yıllarından başlayarak.
Sonrasında bu kabulle, iş/özel yaşam dengesi diye bir şey üzerine akıl yürütüyoruz, bu 40 saati sorgulamadan.
Neymiş, mesai saatleri dışında mail atılmamalıymış !
Neymiş, yıllık izinde şirket batsa da telefonla aranmamalıymışız !
Sevgili kardeşim, sınırlı zamanımızı satan gariban gönüllü köleleriz biz. 40 saat dahilinde ya da bunun haricinde.
"Sevdiğin işi yaparsan bir gün bile çalışmış olmazsın", "Hayattaki amacınla örtüşen bir amacı olan şirketlerde çalışmayı seç" vb ajitasyonlarla bu gerçekten uzaklaştırmaya çalışıyorlar bizi.
Zihinsel muhasebe (mental accounting), finansal kararlarımızdaki irrasyonelliklerin bir kısmını açıklayan bir kavram.
Parayı geldiği kaynağa veya gideceği yere göre kategorize ediyoruz.
Örneğin, kredi kartı borcuna yüksek faiz öderken, tasarruf kavanozundaki dolarlara dokunmuyoruz.
Ya da 150 TL indirim için, 200 TL taksi parası verip diğer mağazaya gidiyoruz.
Oysa, para paradır. Senin onu, "kötü gün akçesi" veya "indirim" olarak etiketlemiş olmanın herhangi bir önemi yoktur finansal sonuçları açısından.
Zaman da böyledir aslen. Özel yaşam veya iş olarak etiketlemiş olman sonucu değiştirmez.
Ne kadar zamanını satıyorsun ve kaça ?
Ve sen, ne kadar zamanını satmak istiyorsun en nihayetinde ?
Asıl üzerine düşünmen gereken bu ?
Carlo Cipolla bu varoluşsal tehdidi aptallık olarak tanımlıyor.
İlk başta bir makale ile ele aldığı bu tehdit, daha sonra yazacağı 'İnsan aptallığının temel yasaları" kitabına konu oluyor.
Kitabın asıl çarpıcı iddiası, aptalların kötülerden daha büyük bir tehdit olması üzerine.
Cipolla insanları iki eksen üzerinde dörde ayırıyor. Eksenlerden ilki kendisine faydası, ikincisi ise başkalarına faydası.
Ne kendilerine ne de diğer insanlara faydası olmayan aptallar en tehlikeli insan türü.
Faydası olmadığı gibi, hem kendilerine hem de diğer insanlara zarar veriyorlar.
Sadece kendi aksiyonlarıyla da sınırlı değil aptalların zararı. Kurnazlar (kötüler) tarafından kullanılarak zararlarını katmerliyorlar.
Toplum olarak, farkına vardığımız andan itibaren kurnazlara (kötüler) karşı tedbir alıp mücadele etmeye meylederiz. Diğer taraftan aptallara karşı çoğunlukla savunmasız durumdayız.
Toplum olarak aptallara karşı olması gerekenden fazla hoşgörülü davranırız. Tehdit olarak algılamayız aptalları.
Bu durum ise kurnazlar için büyük bir fırsat yaratır. Aptalları kullanırlar amaçlarına ulaşmak için.
Ne dersiniz ? Cipolla 50 sene önceden ülkemizin bugünkü durumunu görmüş olabilir mi ? Ya da durum ülkemize özel değil de evrensel ve zamansız bir tespit mi ?
"Biz anamızdan babamızdan böyle gördük."
"Şimdiki çocuklar öyle mi."
"Annem bizi hava karardıktan sonra sokaktan zor toplardı."
"Anne terliği..."
Anne ve babalarımızın bizi yetiştirirken sergiledikleri ebeveynliği doğru kabul etme ve normalleştirme yanılgısı.
Literatürde böyle bir düşünsel yanılgı (bias) yok aslında. Ben uydurdum.
Bundan 7-8 sene önceydi. Oğlumu rica minnet şu unortodox anaokullarından birisine vermiştik.
Veli çemberleri yapıyorlardı belli aralıklarla. Deve yüküyle para verdiğimiz ve kayıt olmak için araya adam soktuğumuzdan; veliler, ağır abiler ve ablalardı doğal olarak. Haklarını yemiyim, eğitimli ve kültürlü insanlardı tamamı.
Bu çemberlerden birisinde biraz zayıf bir uzman çağırmışlardı. Veliler sorgulamaya başladı kısa bir süre sonra. Devreye anaokulunun sahibesi girdi.
Kendi çocukluğundan ve ebeveynlerinden referanslarla durumu kurtarmaya çalıştı.
Ben de fazla dayanamadım.
"Sizin anne babanızın veya bizlerin anne ve babalarımızın ebeveynliklerini referans alacak isek, uzmana ne gerek var ? Sizin övdüğünüz ve unortodox olduğunu iddia ettiğiniz anaokulunuzun metodolojisine ne gerek var ?" şeklinde müdahele ettim.
"Şu anki neslin anne babaları doğru ebeveynlik sergilediler ise; sokaktaki bilimum hasta ruhlu, görgüsüz, saygısız, problemli bireyin kendi suçu mu bu durumları ?"
"Farklı şekillerde yetiştirilmiş olsaydık; şu anki halimizden daha mutlu, daha huzurlu ve kendisiyle daha barışık bireyler olmayacağımızın garantisini verebilir misiniz ?"
Velhasıl-ı kelam, ebeveyn veya ebeveynlik yanılgısı diye spesifik bir yanılgı yok literatürde.
Status quo bias, confirmation bias ve authority bias gibi düşünsel yanılgıların birleşimi aslen.
Yanıldınız.
"Kural mural tanımam" ifadesindeki gibi, aynı kelimenin baş harfini "m" harfi ile değiştirerek pekiştirme amaçlı bir kullanım değil.
İlişkili fakat farklı kavramlar.
İngilizce "disinformation" ve "misinformation" kelimelerinden dilimize ithal.
Her ikisi de basit olarak yanlış veya yanıltıcı enformasyon.
Fark, dezenformasyonun kasıtlı ve çıkar amaçlı olmasında yatıyor. Yani mezenformasyon dezenformasyonu da kapsıyor.
Yanlış veya yanıltıcı enformasyon ifadesi bu iki kavramı tanımlamakta yetersiz kalıyor.
Her zaman kolayca yanlışlanabilir bilgilerin sunumu kadar basit bir olay değil mezenformasyon ve dezenformasyon.
Çoğunlukla doğru ama cımbızlanmış (cherry picked) bilgilerin sunumuyla gerçekleştiriliyor.
Doğru ancak bağlamla bağı zayıf ya da ilişkisi olmayan bilgilerin kullanımı söz konusu birçok durumda.
Kesin olmayan veya kısmi gerçeklik içeren bilgilere de başvuruluyor oldukça yaygın bir şekilde.
Amaca yönelik seçilmiş, çerçevelenmiş, güzelce paketlenmiş ve yanıltıcı bir şekilde yorumlanmış doğru bilgilerden varılan sonuçların yanlışlığı kolayca fark edilmiyor başka bir ifadeyle.
Lafın özü, sosyal medyadaki içeriklerin çok büyük bir bölümü mezenformasyon. Daha kötüsü, önemli bir bölümü de dezenformasyon.
Ek bir bilgi olarak, dezenformasyon yalancılıkta en üst uzmanlık seviyesi olarak da tanımlanabilir.
Politikacılar, patronlar ve üst düzey yöneticiler, ekseriyetle bu yetkinlikte uzmanlaşmış olanlar arasından çıkar.
Kişisel gelişimci anayasasının, değiştirilemez ve değiştirilmesi dahi teklif edilemez maddelerinden biri konfor alanı.
Kişisel gelişimciliğe ve/veya koçluğa soyunanların ilk Linkedin paylaşımlarının konusu.
Özünde kişilerin risk alması için ajitasyon ve gaz verme.
Sorumluluk almadan, başkasının hayatı/kariyeri üzerine kumar oynaması için akıl vermenin; cilalanmış, bilimsel/teknik jargon sosu eklenmiş hali.
İlginç olan, bir kişiye kumar oyna tavsiyesi verdiğinizde kötü adam damgası yemeği kabul ederken; konfor alanından çık dediğinizde bilge adam muamelesi bekliyor olmanız.
Son dönemde yeniden Linkedin döngüsüne sokuldu. Ya da Linkedin algoritması benim ilgileneceğimi düşünüyor bu aralar.
Konfor alanından çıkmadan gelişme olmayacağı gibi iddialı önermeler eşliğinde dönüyor Linkedin akışımda.
Aslen yanlış bir önerme. Gelişim her zaman riskin bir fonksiyonu değildir. Başka bir ifade ile, gelişimin sürecin doğal bir parçası olduğu, risk almaya gerek olmayan birçok durum söz konusudur.
Gelişim hedefleri, içinde bulundukları sürecin kendilerine risk almadan sunacağı gelişimle uyumlu çok sayıda insan olduğunu göz ardı etmektedir.
Bir diğer yanılgı, herkesin gelişim istediği/isteyeceği önyargısıdır. Kişisel hedef ve beklentisi belirsizlikten ve değişimden uzak bir hayat olan insanlar olamayacağı varsayımı aşırı genelleme içermektedir.
Gelelim daha fazlasını isteyen ve bunun için bedel ödemeye hazır olanlara. Risk-Ödül hesabı her zaman sıkıntılı bir konu olmuştur. Sıkıntı, bir tarafta kayıp/kazanç için olasılık tayininin zorluğu, diğer tarafta kayıp ve kazancın göreceli oluşu ile ilgilidir.
Finansal konularda parasal tutarlarla ifade edilen kayıp ve kazançlar bile göreceli iken; kişilerin kariyer ve/veya hayatına ilişkin kayıp ve kazançlarla ilgili risk analizi yapabilmek çok zor ve kişisel bir konudur.
Bu zorluğa rağmen, risk alacaklara önerim, kayıp/kazanç profili asimetrik ve kazanç lehinde avantajlı riskler almaları yönünde olur.
Yani, olumsuz senaryo gerçekleştiğinde sizi çok olumsuz etkilemeyecek, ancak olumlu senaryoda hayatınıza büyük kazanımlar sağlayabilecek riskler alın. Görseldeki turuncu eğri benzeri.
Zeki mi, şanslı mı yoksa çalışkan mı olmayı tercih ederdiniz ?
Yetenek, kısmet, çaba ? Başarı yolunda hangisi daha önemli ?
Tomas Chamorro-Premuzic, 2021 yılında Forbes dergisinde yayınlanan makalesinde, çok sayıda çalışmayı derleyerek konuya bilimsel bir açıklama getirmeye çalışıyor.
Chamorro-Premuzic'in ifadelerinden özet olarak;
Zeka/Kariyer Başarısı : %15
Duygusal Zeka/Kariyer Başarısı : %9
Makalenin son üç cümlesi, mealen;
"Bilimsel kanıtların kabul edilebilir ölçüde basitleştirilmesi sonucu; önce şans, sonra yetenek ve sonra çaba geliyor. Başka bir deyişle, bir şey ne kadar kontrol edilebilir ise, o kadar az önemli. Yani, kontrol edemediğimiz şeyler üzerine kafa yormanın ve endişelenmenin pek bir anlamı yok."
Tomas Chamorro-Premuzic'in makalesinin linki :