İyileştirme ve gelişim kavramları çoğunlukla ne yapılması gerektiğine odaklanır.
Yapılmaması gerekenlerin kazandırabilecekleri göz ardı edilir genellikle.
Mükemmellik eklenecek bir şey kalmadığında değil, çıkarılacak bir şey kalmadığında ulaşılabilen bir kavramdır aslen.
Yukarıdaki ana fikri ifade eden kavramın adı Via Negativa.
İlk olarak ilahiyat alanında kullanılmış olan bu kavram; "Tanrının ne olduğunu değil, ne olmadığını anlatarak tanrıyı anlamak" olarak ifade edilebilir.
İlahiyattaki kullanımı bir kenara bırakıldığında; kurumsal arenada ve kişisel gelişim alanında son derece faydalı bir bakış açısı kazandırır aslen.
- Ne yaparak değil, ne yapmayarak,
- Ne ekleyerek değil, ne çıkararak,
- Rasyonel olmaya değil, irrasyonel olmamaya odaklanarak,
- Doğru karar vermeye çalışmak yerine, yanlış karar vermemeye çalışarak,
- Düşünsel yanılgılardan uzak durmaya çaba sarfederek,
- Safsatalardan kaçınarak,
ulaşılabilecek gelişim alanı, yapılması gerekenlere odaklanarak ulaşılabilecek olandan çok daha büyüktür.
Kişisel gelişim reçeteleri genelde, "5 adımda mutlu olmanın sırrı", "Başarılı insanların 7 özelliği" benzeri, yapılması gerekenleri sıralayan sihirli formüller içerir.
Asıl başarı ve mutluluğa ulaşmanın yolu ise; yapılmaması gerektiği halde yapmaya devam ettiğimiz şeyleri terk etmekten geçer.
Hatalarımıza odaklanarak öğrenebileceklerimiz, doğrularımıza odaklanarak öğrenebileceklerimizden çok daha fazladır.
Neyin yanlış olduğunu belirleyebilmek, her zaman için neyin doğru olduğunu belirleyebilmekten kolaydır.
İyi fikirlerin önemli bir kısmı, bir sürü kötü fikirin üzerine inşa edilir aslen.
Via Negativa, bir anlamda iki negatifin (negatifi eksiltmek) pozitif etkisi olarak da ifade edilebilir.
Bir kişinin bir konuda sertifikası olması, lisans veya lisans üstü dereceleri olması; o kişinin saçmalamayacağını garanti etmez. Sertifika ve/veya derece aldığı alanlar dahil.
Sertifika bir yetki belgesi veya lisans değildir. Üniversite eğitiminin adının lisans olarak geçmesi, kanunla tanımlanmış bazı alanlar hariç, sahip olan kişinin o işi yapmaya yeterli olduğu anlamı da taşımaz.
Mesleki yeterlilik legal bir yetki belgesi ile ispat olunur. Lisans diploması mesleki yeterlilik başvurusu için bir gerek/yeter koşul olabilir veya olmayabilir.
Yetki/yeterlilik belgesi olanların saçmaladığının veya yanlış yaptığının denetimine ve tespiti halinde yaptırımlar uygulanmasına ilişkin bir düzenleme yoksa, yetki belgesinin de çok anlamı yoktur.
Ülkemiz, yurt içi/dışı katıldığı eğitim, seminer, etkinlik ve tamamladığı programları; yetkili ve yetkin olduğunu ispat için kullanan ancak yetkin ve yetkili olmaktan uzak çok sayıda örnekle doludur.
Elbette herkes, legal yetki belgesine sahip olduğu alanlar dışında, saçmalama hakkına sahiptir.
Klasik medya ortamında saçmalama oto kontrolü bir ölçüde mümkün iken, sosyal medyanın merkeziyetsiz yapısında neredeyse sınırsız bir saçmalama özgürlüğü söz konusudur.
Bu özgürlük ortalıktaki bilgi kirliliğine ek katkı sağlamaktadır.
Sosyal medyada sadece söyleyenin eğitimine, derecelerine ve ünvanlarına bakarak saçmalama kontrolü yapabilmek olası değildir. Kaldı ki beyan olunan eğitim, ünvan ve dereceler dahi gerçek olmayabilir.
Eleştirel düşünmenin bir boyutu; ünvan/rozet/kısaltma/sertifika/diploma ve benzerlerinin, yetki ve yetkinlik ispatı için yeterli olup olmadığını ayırt edebilme becerisidir.
Saçmaladığı alanlarda, gelen tepkileri savuşturmak ve daha rahat saçmalamak için sertifika, derece, belge, etiket ve ünvan peşinde koşanları deşifre edebilme becerisidir.
Yetki ve yetkinlik belgelerinin dahi, sahiplerinin saçmalamayacağını garanti etmeyeceğinin farkında olmak demektir.
Sonuçta eleştirel düşünme, söyleyene değil, söylenene odaklanmaktır.
Felsefede değer kavramı içsel ve araçsal olarak ikiye ayrılır.
Aşk, sağlık, mutluluk, kendini gerçekleştirme vb bir kısım kavramlar kendi içsel değeri olan şeylerdir.
Bazı kavramlar ise, tek başına bir değer taşımayan, diğer bazı şeylere ulaşmak için araçsal değeri olan şeylerdir
Örneğin para, tek başına içsel değer taşımaz. Bizim için içsel/araçsal değer taşıyan başka şeylere ulaşma aracıdır.
Bazı şeyler hem içsel hem araçsal değer taşır. Örneğin sağlık tek başına içsel değeri olan bir şeydir. Diğer taraftan, sağlıklı olduğumuzda para kazanabilir, mutlu olabiliriz. Yani araçsal/içsel başka bir değere ulaşmak için sağlık bir araç olabilir. Yani sağlıklı kalarak, araçsal bir değeri olan paraya ve içsel bir değeri olan mutluluğa ulaşmak mümkündür.
Kurumlarda çalışan bağlılığını artırmanın yolu, çalışanların içsel ve araçsal değer ihtiyaçlarının (gerek ve yeter koşulda) karşılandığı bir çalışma ortamı yaratmaktan geçer.
Çoğunlukla para motivator değildir gibi şeyler duyarız. Büyük yalandır.
Para motivatör değildir savunucuları, araçsal/içsel değer dengesizliği üzerinden bu savlarını kanıtlamaya çalışırlar.
Para aslen içsel/araçsal değeri olan bir sürü diğer şeye ulaşmak için araçsal bir değerdir.
Diğer taraftan, para kazanmak için çalışanlarınızdan, kendileri için içsel değeri olan ve para ile ikame edilemeyecek diğer şeylerden (sağlık, kaliteli kişisel zaman, kendini gerçekleştirme vb) vazgeçmeleri gereken bir düzen oluşturduğunuz durumda para motivator olmaktan çıkar.
Örneğin insanlar kendilerine ait zamanları olmasına ihtiyaç duyarlar. Kişisel zaman içsel değeri olan bir kavramdır ve zaman kısıtlı bir mefhumdur. Daha fazla para vererek insanları günde 10 saat, hatta 12 saat ve belki 16 saat çalışmaya motive edebilirsin.
Ancak daha fazla para vererek insanları uzun süre günde 20 saat çalıştıramazsın.
İnsanları daha fazla para vererek iş hayatının ilk 5-10 senesinde tek düze, içsel değer taşımayan bir işte çalıştırabilirsin. Fakat bu süre sonunda daha fazla para versen de, o insanlar kendini gerçekleştirmek, anlam bulmak için başka arayışlara gireceklerdir. (Parayı araç olarak kullanarak; anlam veren, kendilerini gerçekleştirmelerini sağlayan başka uğraşlara ulaşmayı beceremezlerse !)
Bu örnekler paranın iyi bir motivatör olduğunu çürüten kanıtlar değildir. Çünkü para içsel ve araçsal değer taşıyan bir çok diğer şeye ulaşmak için çok iyi bir araçsal değerdir.
Buna rağmen, az para verip, içsel değer unsurlarını arttırarak ortaya çıkan açığı kapatmaya çalışan ve bir süre çalışan bağlılığı sağlayan liderlere başarılı lider muamelesi yaparız. Para vermeden insanları çalıştırabiliyor diye övgüler düzeriz.
Oysa ki, dengesi bozulmuş sistemler, er ya da geç denge durumuna dönmeye meylederler.
Son söz olarak ucuz liderlik, eksik araçsal değer sunan iş ortamını, içsel değer taşıyan unsurları artırarak takviye etme becerisidir.
Gün geçmiyor ki farklı platformlarda bir start up kurucusu veya start up yatırımcısı değerlemeden ve/veya karşı tarafın tavırlarından şikayet etmesin.
Birbirinden ayrılamayan ama sürekli kavga eden aşıklar gibiler, sürekli karşı taraftan şikayet ediyorlar.
Aslen olayın doğası gereği çok da sıra dışı bir durum değil. Birbirlerine ihtiyacı olan iki tarafın bulunduğu, diğer taraftan çatışan çıkarların ve güç mücadelesinin olduğu bir senaryoda başka bir durum beklemek absürd olurdu herhalde.
Hele bir de işin içerisine duygular ve belirsizlik içeren gelecek faktörü eklendiğinde tansiyon daha da artıyor.
Hazırladığım görselde, zaman içerisinde elde edilecek yatırım getirisi ve olasılık arasındaki ilişkiyi kendi bakış açımla grafik haline getirmeye çalıştım.
Bir start up yaşam döngüsünde olgunlaştıkça, yapılacak yeni değerlemeler için grafikte sağa doğru kaymış yeni bir eğri söz konusu oluyor.
Nereden bakarsanız bakın, unicorn ve sonrasının olasılığı piyangoda büyük ikramiye olasılığına neredeyse eşit. Start up olgunlaşıp belli aşamaları aştıkça piyangoda büyük ikramiyeyi kazanma olasılığı bir miktar artıyor. Ancak halen oldukça düşük bir orandan bahsetmek söz konusu.
Büyük ikramiye bu kadar düşük bir olasılık olunca, finansör/yatırımcı diğer ikramiyelerin ve amortinin oransal olarak yüksek olmasını bekliyor. Yani piyango için fazla bilet almayalım (tek bilet yeter, seriye gerek yok) ve bilet parası düşük olsun (çeyrek iyidir, yarım ve tama gerek yok), diğer taraftan amorti ve diğer küçük ikramiye tutarları yüksek oranda belirlensin istiyor.
Bunun için de özellikle ilk aşamalarındaki start up’lar için, düşük yatırım tutarı, yüksek hisse payı için bastırıyorlar. Bu da start up kurucularının isyanını doğuruyor.
Start up kurucusu kendi hikayesine çok inanmış ve bağlanmış ise kendi şartlarında ısrar ediyor. Finansör/yatırımcı da hikayeyi beğenmiş ama rasyonel olarak riskin halen çok yüksek olduğunun bilincinde ise, bu sefer o isyan ediyor.
Bizler de farklı platformlarda her iki tarafın serzeniş ve isyanlarını dizi film izler gibi izliyoruz.
Bir start up'ın değeri, x eksenine exit değer skalasını, y eksenine de olasılık skalasını yerleştirdikten sonra firma için çizilen eğri ile hesaplanan beklenen değerdir.
Bunu yapamadıkları için; hikaye, ekip, sektör, benzer girişimler, potansiyel, çarpan vb. envai çeşit parametre ile değerlenerek, aslen sezgilerle/duygularla oluşturulan rakam etrafında rasyonelleştirilmeye çalışılmaktadır.
Daha basit anlatımla;
§ %10 olasılıkla sıfır,
§ %50 olasılıkla 1 milyon,
§ %30 olasılıkla 2 milyon,
§ % 5 olasılıkla 10 milyon,
§ % 3 olasılıkla 20 milyon,
§ % 1 olasılıkla 50 milyon,
§ % 0,6 olasılıkla 100 milyon,
§ % 0.3 olasılıkla 200 milyon,
§ % 0,08 olasılıkla 500 milyon,
§ % 0,02 olasılıkla 1 milyar,
exit değeri olacak bir start up'ın değeri beklenen değer hesabı ile;
§ %10*0=0
§ %50 *1 milyon=500.000
§ %30*2 milyon=600.000
§ % 5*10 milyon=500.000
§ % 3*20 milyon=600.000
§ % 1*50 milyon=500.000
§ % 0,6*100 milyon=600.000
§ % 0.3*200 milyon=600.000
§ % 0,08*500 milyon=400.000
§ % 0,02*1 milyar=200.000
toplamda 4.500.000 olacaktır.
“Çil horoz, kendisi öttüğü için güneş doğar sanırmış.”
Post hoc ergo propter hoc, bundan sonra demek ki bundan dolayı anlamına gelen Latince bir ifadedir.
Nedensellik bağı bulunmayan ardışık iki olay arasında, sebep sonuç ilişkisi kurma yanılgısıdır.
Ülkemizde çok sık rastlanılan hatalı bir akıl yürütme biçimidir.
“Deprem oldu. Neden ? Çünkü, LGBT’ler arttı. Kadınlar mini etek giyiyorlar.”
“Bizden önce evlerde fırın yoktu, buzdolabı yoktu.“
“Aşı olduktan sonra çocuğumda otizm belirtileri çıktı.”
“Dün evrene pozitif enerji gönderdim. Bugün maaşım arttı.”
“İyi ki dün büyü bozdurmaya gitmişim. Bugün her şey çok güzel gelişiyor.”
“Dün katıldığım kişisel gelişim eğitimi işe yaradı. Bugün terfii aldım. Yeterince isteyince oluyormuş.”
“Herife arabayı ödünç verdik, bozdu. Oksijen sensörü arıza sinyali veriyor.”
“Zihinsel performansın artsın istiyorsan fışfış otu suyu iç. Bu sabah içtim ve sınavdan 90 puan aldım.”
Kısaca “Post hoc” olarak da geçen ve sorgulamaya açık nedensellik yanılgılarının bir türü olan bu yanılgı, komplo teorisyenlerinin de favori yanılgıları arasındadır.
Komplo teorilerini desteklemek için kullanılan;
“Öncesinde Amerika’nın askerlerini buraya yönlendirmesi tesadüf olabilir mi ?”
“Tam teknolojide kuantum sıçraması yaşayacağımız bir sırada, dolar kurunda bu atakların olmasının hiç mi anlamı yok ?”
benzeri ifadeler bolca post hoc yanılgısı içerir.
Ekonomi ve piyasa yorumcularının önemli bir kısmı da, insan beyninin bu yanılgıya ilişkin zafiyetinden faydalanır. Aralarında nedensellik olmayan ekonomi/piyasa gelişmelerini kronolojik sırada hikayeleştirerek, kahin rolü oynamaya çalışırlar.
Takıntılar, totem yapma ve obsesif kompulsif davranışlar bu kavramdan beslenir.
Çözüm diğer bütün olası sebepleri izole edip süreci tekrarlamaktan geçebilir. Çoğunlukla süreçteki diğer parametreler bilinmediğinden veya bunları kontrol etmek mümkün olmadığından; kronolojik sırayı bozup test etmek çözüm olabilir. Örneğin horozu güneş battıktan sonra öttürmek gibi.
Kronolojik sırada önde olan gelişmeyi kontrol etmek ise başka bir çözümdür. Yani horozun sabah ötmesini engellemek ve sonucu gözlemlemek.
Rasyonellik, tutkulardan ve duygulardan arınmak değil.
Arzuları ve duyguları önceliklendirebilme, yönetebilme becerisi.
Anlık hazzı, gelecekteki daha yüksek haz için erteleyebilme becerisi.
Gelecekteki haz için bugün külfete/acıya katlanabilme yetisi.
Duyguları terbiye etme işi.
Acıdan, mutsuzluktan kaçınma davranışını planlayabilmek.
Rasyonelliği, irade denen şey ile karıştırmamak lazım. İrade hepimize doğuştan farklı oranlarda paylaştırılmış bir özellik ve geliştirmek mümkün değil.
Karşı koyamayacağın haz seviyesini bilip, hazzı çağrıştıracak uyaranlardan kaçınmayı planlama işi.
Katlanamayacağın külfet seviyesinin farkında olup, külfet algısını manipule etme veya bastıracak şekilde deneyimlerimizi planlama becerisi
Örneğin, sürekli duygusal görsel ve hikaye kullanan manipülatörlerden uzak durma işi.
Ya da işkembeden salladıkları motivasyon aforizmaları ile insanlara boş gaz verip, umut tacirliği yapan kişisel gelişim gurularını deşifre etme ve silme becerisi.
Veya ponzi/lale soğanı pazarlayan, kolay kazanç arzularını gıdıklayan tutku simsarlarını tanımlama becerisi.
Ve hatta işini iyi yapan reklamcı ve PR'cıların beynimizde nereyi hedeflediklerinin bilincinde olup, karşı bağışıklık geliştirme işi.
Külfet ile haz arasındaki çevrim kurunu hedeflere ulaştırabilecek gerçeklikte belirleme işi
Daniel Dennett'in "Popperian Competence" adını verdiği, yani içinde bulunduğumuz çevreyi ve geleceği modelleme becerisi olarak tanımladığı beceri, aslen stratejik düşünme veya kurumsal hayatta stratejik yönetim olarak tanımlamaya çalıştığımız şey.
Başka bir ifadeyle stratejik düşünme, oyunda başarılı olmak için, önce oyunu anlamak ve beynimizdeki içsel simülatörde oyunun seyrini simüle etmek anlamına geliyor. Beynimizdeki video oynatıcı, hikayenin olası senaryolarını ileri sararak sonuçları görmeye ve bir karar vermeye çalışıyor.
Oyunu modellerken sorulacak bazı sorular;
§ Oyuncular kim ?
§ Nasıl bir oyun alanı ?
§ Oyun alanındaki engeller ?
§ Kısayollar, kestirmeler var mı ?
§ Çıkmaz yollar, sokaklar var mı ?
§ Oyun kurucu, kural koyucu var mı ?
§ Oyunun kuralları nedir ?
§ Hile yapılabilir mi ?
§ Hile yapanların yakalanma ihtimali ne ?
§ Hile yapanlara karşı ne yapılabilir/yapabilirim ?
§ Hangi pozisyonu hedefliyorum ?
§ Bu pozisyon için rakiplerim var mı ?
§ Çıkar birliğimiz olanlar var mı ?
§ İş birliği imkanları var mı ?
§ Rakipler, diğer oyuncular kimler ?
§ Üzerine oyun kurabileceğim kimseler var mı ?
§ Başarılı olmak için yapılması gerekenler ?
§ Diğer oyuncuların hamlelerine bağımlılığım var mı ?
§ Diğer oyuncuların karar ve hamleleri ne yönde ve ne derece benim sonucumu etkiliyor ?
§ Rastlantısallık veya belirsizlik içeren bölümler hangileri ?
§ Hesaplanabilir rastlantısallıklar var mı ?
§ Karar alırken kullanabileceğim düşünsel araçlarım var mı ?
§ Rakiplere göre zayıf ve güçlü yönlerim neler?
§ Elimdeki silahların/araçların güç ve etkinliğini rakiplerin elindekilerle karşılaştırmalı durumu ?
§ Zaman boyutunun etkisi ne ?
§ Temel/köklü değişim yaratabilecek unsurlar var mı (Savaş, teknolojik sıçrama, devlet müdahelesi vb) ?
§ Alternatif oyun planlarım ne ?
§ Oyun planlarında süreç başladıktan sonra değişiklik imkanı var mı ?
§ Çıkış mümkün mü ?
§ Çıkış alternatiflerinin maliyetleri ne ?
Hikayeleştirme/kurgu sevenler, stratejik yönetimin ne olduğunu anlamlandırmak için; mafyaya veya hapse yeni giren birinin hayatta/ayakta kalma mücadelesini canlandırabilir aklında.
Herkesin beynindeki içsel simülatör aynı gerçeklikte ve ayrıntıda olmuyor doğal olarak.
Beyindeki video oynatıcılarımız da aynı çözünürlükte değil. Bazılarımızın video kalitesi SD iken, bazılarımızın UHD. Hatta 8K olanlar bile olabiliyor.
Bazılarımızın senaryoları fantezi veya science fiction iken, sorgulayan ve eleştirel düşünebilen diğerleri gerçeğe dayalı olaylardan esinleniyor.
Sürücü 1 : Kardeşim sinyal verdik ya, ne çemkiriyorsun?
Sürücü 2 : Sevgili kardeşim bravo sana. Sinyal verdin ama gelip çarptın bana. Şerit değiştirmek için sinyal vermen gerekli anladık da, yeterli mi ? Aynaya da baksaydın keşke!
Gerek ve yeter koşullar, bir kavramı tanımlarken veya anlamlandırmaya çalışırken kullandığımız oldukça işe yarayan mantıksal araçlardır. 4 farklı durum söz konusudur.
1) X, Y için yeterlidir ancak gerekli değildir. Örneğin, bir şeklin kare olması, dikdörtgen olması için yeterlidir ama gerekli değildir.
2) X, Y için gereklidir ancak yeterli değildir. Örneğin, bir şeklin kare olması için, dikdörtgen olması gereklidir ama yeterli değildir.
3) X, Y için ne gerekli ne de yeterlidir. Örneğin, bir şeklin üçgen olması, kare olması için ne gerek ne de yeter koşuldur.
4) X, Y için hem gerekli hem de yeterlidir. Örneğin, dört kenarlı bir şeklin her bir iç açısının 90 derece olması, dikdörtgen olması için hem gerekli hem de yeterlidir.
Gel gör ki, bu basit akıl yürütme aracını kullanamayanlar sebebiyle gündelik hayatta sıklıkla sorunla karşılaşırız.
Kurumsal hayatta da örneklerini görmek mümkündür.
Patron/yönetici: " Sektör ortalamalarının üzerinde maaş veriyoruz. İş beğenmiyor bunlar."
Ortalama bir maaş vermek gerek koşul ama yeter koşul değil demek ki.
Kişisel gelişim gurusu : "Yeterince istersen başarırsın."
Yeterince istemek ne gerek ne de yeter koşuldur başarmak için.
Kurumsal hayatta 4 (perfect fit), yani pozisyon için gerekli ve yeterli olmak gerekir. 1 (over qualified) olursanız, yani yeterli ama gerekli değil, pozisyonun gereklerinden fazlasına sahipsiniz anlamına gelir.
“Bilginin Yarılanma Ömrü” bir alandaki mevcut bilginin yarısının değişeceği veya anlamsız hale geleceği zaman aralığını ifade eden bir kavram.
Samuel Arbesman’ın “The Half-Life of Facts” kitabı ile popüler olmuş, fizikteki “Yarı Ömür”den esinlenen bir tanımlama.
Verilen örnekler ve kanıtlar daha çok fikir veya teorilerin eskimesiyle ilgili olmasına rağmen, özünde sahip olduğumuz bilginin değişim hızına ve ivmesindeki artışa vurgu yapan bir kavram.
Rao V. Vemuri’nin bir makalesinde kullandığı görseli ana fikri verme amaçlı paylaştım.
Farklı alanlarda çok farklı yarılanma ömürlerinden bahsetmek mümkün ve yarılanma ömürleri her geçen gün daha da kısalıyor.
Bir tarafta bilgi sürekli ve hızlı bir şekilde değişirken, diğer tarafta bilgiye ulaşmak her gün daha kolay ve daha ucuz hale geliyor.
Bu çerçeveden bakıldığında, öğrencilerin kısa sürede geçerliliğini yitirecek bilgilerle yüklendiği üniversite eğitimi vakit ve kaynak israfı gibi duruyor.
İnsanları bilgiyle yüklemek yerine, bilgiyi kullanma becerilerini geliştirmeye odaklanmak gerekli belki de.
Veri, enformasyon ve bilgi kümeciklerini arasındaki ilişkileri tespit edebilme ve amaca uygun kullanma becerilerini geliştirmeye yönelik; eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme, stratejik düşünme, analitik düşünme ve karar alma yetkinlikleri üzerine odaklanan yeni bir yüksek eğitim sistemi çözüm olabilir. Bu sistem öğrencilere bilgi yüklemez.
Üniversiteler öğrenci eğitme işinden müstesna bir şekilde, bilgi ve bilim üreten kurumlar olarak faaliyetlerini sürdürürler. Ürettikleri bilgi ve bilim çıktılarını, dijital olanakları kullanarak ihtiyaç duyanların kullanımına sunarlar.
Kurumlar ihtiyaç duydukları insan kaynağını, bilgiyle yüklenmemiş ancak akıl yürütme becerileri kazandırılmış bu yeni mezunlar arasından seçer. İş tanımı kendilerine verilen bu yeni elemanlar, kendilerine tanınan süre içerisinde, işleri için gerekli bilgilere ulaşarak, eğitimde edindikleri akıl yürütme becerileri ile işlerine yansıtırlar.
Bu yeni sistemde, bugün bir anlamda lisanslama/ehliyet sistemi olarak kullanılan üniversite mezuniyetinin (Avukatlık, Mimarlık, Mühendislik, Doktorluk vb.) yerini alacak yeni bir lisanslama mekanizmasına ihtiyaç doğacaktır. Merkezi lisanslama mekanizması, bugün üniversite kalite farklılıklarının ortaya koyduğu yeterlilik farklarını kaldırmak açısından da faydalı olacaktır.
Beyin karşılaştırır.
Benzerlikler ve zıtlıklar üzerine çalışır.
- Olur / Olmaz
- Doğru / Yanlış
- İyi / Kötü
- İşe Yarar / Yaramaz
şeklinde kararlar verir.
Beyni ne kadar çok karşılaştırma yapabileceği doğru kalıp ve şablon ile beslersen, hızlı/otomatik karar verdiği durumlarda o derece doğru değerlendirme yapabilmesi imkanı vermiş olursun.
Öğrenme ve deneyim denilen şey de budur aslında. X ve Y kuşağının daha fazla yaşanmışlık sebebiyle avantajı veya dezavantajı buradadır. Uzun yaşanmışlıklarında doğru şablonlar biriktirenler avantajlıdır.
Çünkü çoğu karar veya yargı anlık olarak; hazır şablon, tecrübe ve eski örneklerle karşılaştırma ile verilir.
Çok nadir durumlarda, zaman harcar, detaylı araştırma yapar, sorgular ve akıl yürütürüz. Bunu yapan Z kuşağı gördüğümüzde, "Hah işte, Z kuşağı gümbür gümbür geliyor..." yorumları yaparız.
Bir şey okuduğumuzda, birisi bir şey söylediğinde veya bir durumla karşılaştığımızda; o an geçmiş tecrübe ve bilgilerimizden beynimize depolanmış veri tabanındaki kalıplarla karşılaştırır; olur/olmaz, doğru/yanlış, iyi/kötü, işe yarar/işe yaramaz değerlendirmesi yaparız.
Bazen duygular, bazen de sezgiler bu karşılaştırma sürecini domine eder. Yani karşılaştırmayı bile doğru yapamaz çarpıtırız.
Hatta bazen duygu eşleştirmesi durum karşılaştırmasının yerini alır. Daha önce bir duygu eşliğinde kaydedilmiş bir durum varsa, benzer duygu yaşanan başka bir durum ile karşılaşıldığında, durum değil duygu eşleştirmesi yapılır. Ve durum önceki durumla benzer olarak değerlendirilir.
X ve Y kuşağında daha fazla yaşanmışlık olduğundan, duygu ve sezgi çarpıtmasının daha çok olması muhtemeldir.
Baştan yanlış ana şablonlarla/kalıplarla başlamamak önemlidir. Çünkü her yeni ayrıntı şablonu, hayat felsefesi denebilecek bu ana şablon üzerine inşa edilir. Belki Z kuşağı burada avantajlıdır.
Örneğin, "Şeyhim/liderim öyle istiyor/söylüyor. Ait olduğum gruptaki insanlar bu duruma böyle yaklaşır. " ana şablonu ile işe başladığında, sonrasında doğru ayrıntı şablonlar üretmen mümkün olmaz veya olursa da olsa olsa şanstır.
Ana şablon sorgulama şablonu olmalı. Birine biat eden, onun her söylediğini kabul eden, grup kimliği ile karar alan, tek şablonla olayı çözmüş olur. Kolaycı bir yöntemdir. Teslimiyettir. Böyle bir hayatı yaşamak bana göre çok anlamlı değildir.
Ana şablon dışında, ayrıntı düzeyinde de şablonlar çalışır. Yanlış şablonları doğru olarak kaydetmek sıkıntı yaratır.
Gerçekte öyle olmayan bir süreci veya ilişkiler ağını öyleymiş gibi kaydedersen, beyin karşılaştığı yeni durum ile kaydedilmiş yanlış şablonu karşılaştıracak ve benzerlikler bulursa olur onayı verecektir.
Ya da olan bir durumu, mümkün olmayan bir şablon olarak kaydeden beyin, olası benzer bir durumu mümkün değil diye yorumlayacaktır.
Yanlış şablonlar, yeni yanlış şablonların da yolunu açar. O yüzden erken yaş eğitiminde eleştirel düşünme/rasyonellik kritiktir.
Neticede, X Y Z, iki grup var. Sorgulayan ve sorgulamayan.
Rasyonelliğin iki paradoksundan ilki olan "Beleşçi Sorunu"nu (Free Rider Problem), bir önceki paylaşımımda ele almıştım.
İkinci paradoks ise "Ortak Varlıkların Trajedisi" (Tragedy of the Commons).
Son dönemde buzzword olarak herkesin dilinde olan "Sustainability", "Sürdürülebilirlik", "ESG" ve benzerlerinin arka planında olan kavram.
Kısaca, kendi faydasını maksimize etmeye çalışan ortak varlık kullanıcılarının, tek tek bağımsız hareketlerinin yarattığı kollektif sonucun, ortak varlığın tükenmesi/zarar görmesi ile sonuçlanması olarak ifade edilebilir.
Orta Anadolu Platosunda yer altı su kaynaklarının aşırı kullanımı sebebiyle her gün daha derine sondaj yapılmak zorunda kalınmasından, kendi karasularımızda neredeyse bitirdiğimiz kalkan balığını avlamak için gitiği Romanya karasularında vurulan Türk balıkçı teknelerine kadar yansımalarını görmek mümkün.
Paris İklim Anlaşmasına katılmayan ülkeler ve 2020'de anlaşmadan çekilme kararı alan Trump, bu kavramın merkezindeki uyanıkları temsil ediyor.
Non-rival ve non-excludable olan kamu mallarındaki beleşçi sorunu ile; rival ve non-excludable ortak varlıkların kullanımındaki uyanıklar sorununu aşmanın yolları mevcut.
Gelişmiş toplumlar, uygulanabilir kurallar ve kısıtlamalar ile bu sorunların üstesinden gelebilmiş.
Oyunbozanlık yapan beleşçi ve uyanıkların istisnasız cezalandırılacağını bilmek, bireysel davranışlarımızı sürdürülebilirlik çerçevesinde düzenlememizi sağlıyor.
Ülkemizde ise durum farklı. Kural ve sistem getirilse bile; ayrıcalıklılar bürokrasisi, gemisini yürüten kaptan zihniyeti ve yolsuzluk ekonomisi sebebiyle, beleşçi ve uyanık cennetiyiz.
Son dönemde bu konuda başka bir gelişme daha yaşanıyor. Sürdürülebilirlik konusunda toplumda oluşan duyarlılıktan faydalanmak, rekabet avantajı yaratmak için bazı şirketler kurumsal iletişimlerinde bu konuyu ön plana çıkarıyorlar.
Özünde uyanıkların/fırsatçıların ödüllendirilmesi olan serbest piyasa ekonomisinde, bu trendin trajediye faydası olur mu önümüzdeki dönemde göreceğiz.
Sosyal medya paylaşımlarım benim mi ? Kullanımını sınırlayabilir miyim ? Telif olur mu ?
Hukuk ve etik boyutunu bir kenara bırakıp, konuyu ekonomi bakış açısından irdelemeye çalışacağım.
Ekonomide bir mal, hizmet veya kaynak iki temel özellik çerçevesinde değerlendirilir.
Excludability : Kullanımı ödeme yapanlarla sınırlandırılan şeyler excludable; bilabedel kullanılabilen şeyler ise non-excludable olarak tanımlanıyor.
Örneğin, hava ve deniz non-excludable. Otomobil ise excludable. Sinema izlemek de.
Rivalry : Bir şeyin birisi tarafından kullanımı/tüketimi, diğerleri tarafından kullanımını/tüketimini engelliyorsa veya diğerlerinin kullanım/tüketim imkanını düşürüyorsa bu şey rival olarak tanımlanıyor. Tersi durumda ise non-rival.
Yani non-rival şeyler, aynı anda sınırsız sayıda kullanıcının ekstra maliyet yaratmadan faydalanabileceği veya kullanabileceği şeyler.
Mesela uydu veya karasal tv yayınları non-rival. Doğadaki ağaç üzerindeki meyveler rival.
Denizler non-rival ve non-excludable iken, denizlerdeki balık stokları non-excludable ve rival.
Görseldeki matriste bu iki özellik çerçevesinde 4 farklı gruplama yapılmış. Özel mülkiyet, klüp malları, ortak kullanımlı mallar ve kamu malları.
Şu an sosyal medya'daki paylaşımlarınızı ücretli yapabilme imkanı yok bildiğim kadarıyla. Belki ileride böyle bir özellik getirirler. Dolayısıyla non-excludable diyebiliriz.
Paylaşımlarınız aynı anda sınırsız sayıda kullanıcının ekstra maliyet olmadan faydalanabileceği veya kullanabileceği şeyler. Yani, non-rival tanımına giriyor.
Non-rival, non-excludable şeyler kamu malı (anonim) grubunda yer alıyor.
Kamu malları ile ilgili "Free Rider Problem (Beleşçi Sorunu)" denilen bir kavram var. Kamu mallarıyla ilgili olarak gündeme gelen; bireyin, başkalarının ortaklaşa maliyetini üstlendikleri bir etkinlikten herhangi bir yüke katlanmaksınız yararlanması sorunu.
Kamusal mal sunulduğunda, toplumdaki kimsenin kamusal malın finansmanına katılıp katılmadığına bakılmaksızın kamusal malın tüketiminden dışlanamadığı; bu gerçeğin farkında olan bireyin de, kamusal mala ilişkin gerçek tercihini açıklamayarak bedel ödemeden de saf kamusal malın tüketimine devam edebileceği güdüsü olarak tanımlanıyor.
Sosyal medya platformları aslen, içerik üreticilerinin üzerine inşa edilmiştir. Kamusal malın finansmanını sağlayan vergi mükellefleri gibi, sistemi besleyenler bu içerik üreticileridir.
İçeriklerinin, bazı kişiler tarafından isim vermeden, kendi üretimleri gibi paylaşılması; sanırım bu beleşçi problemi sebebiyle içerik üreticilerini rahatsız ediyor.
Belki konu beleşçi problemi ile ilgili değildir. Ratingin getirisi ile ilgili rekabettir şikayetin sebebi.
Çünkü, asıl amacınız fikirlerinizin daha büyük bir kitleye ulaşması ise, kaynak belirtilmeden yapılan paylaşımlardan da rahatsız olmamanız gerekir.
Sanırım bazı içerik üreticilerini rahatsız eden, isimsiz paylaşım yapanların; tanınmak, takdir görmek, fark edilmek, kendi ürün, hizmet veya kişisel imajını satmak vb yollarla bu işten kişisel çıkar sağlamaya çalışmaları.
Beleşçi problemine geri dönersek, belki de vergi ödemeden vergi ödüyormuş gibi yapanlarla özdeşleştiriliyordur kopyacılar.