“Benim gerçeğim asıl olan. Diğerleri nesnel gerçekliğin çarpıtılmış hali.”
‘Naive realism’ sosyal psikolog Lee Ross tarafından ortaya atılan bir kavram. Yukarıdaki ifade kavramın özünü ifade ediyor.
Kavramın birbiriyle ilişkili üç varsayımı var.
- İnsanlar dünyayı nesnel olarak ve yanılgılardan müstesna bir şekilde algıladıklarına inanırlar,
- Aynı veriler sunulduğunda ve rasyonel bir şekilde yorumlayabilmeleri durumunda, diğer insanların da aynı sonuca varmasını beklerler,
- Aynı bakış açısında mutabık olmayanları; cahil, irrasyonel ve yanılgı içerisinde olarak değerlendirirler.
Görselin konuyla alakası nedir diye düşünebilirsiniz. Son dönemde sosyal medyada bu görselle ilgili yapılan paylaşım ve yorumlar üzerinden, bu kavramın nasıl hayat bulduğunu gözlemlemek mümkün.
Başarı ve mutluluğun -tanımlarından bağımsız olarak- en temel bileşeni; çevremize ilişkin beynimizde oluşturduğumuz model ve varsayımlar.
Rastlantısallığın (şans, risk, kader vb) rolü sebebiyle, oluşturduğumuz model ve varsayımların nesnel gerçekliği yaklaşması başarı ve mutluluğu garanti etmiyor.
Diğer taraftan, rastlantısallık herkes için var olduğundan; gerçekçi bir model çerçevesinde alınacak pozisyon, başarı ve mutluluk açısından avantaj anlamı taşıyor.
Belki de benim gerçeğim dediğim, mutlak gerçek değildir ?
Evrimsel psikoloji, insan beyninin ortaya çıkan yüksek maliyetlere rağmen büyümesinin cevabını arıyor.
Farklı hipotezlerden birisi; insan beyninin evriminin, doğadaki diğer türlere karşı avantaj sağlamaktan çok, kendi türünün bireyleri ile rekabet etme amaçlı olduğu yönünde.
Beyin evriminin en çarpıcı özelliği aşırı gelişmiş iletişim becerileri.
İletişimin bir amacı bilgi paylaşımı ancak, tek ve öncelikli amaç bu değil.
Diğerlerini manipule etmek, aldatmak ve aldatanları tespit edebilmek iletişimin diğer ve önemli öncelikleri arasında.
Hatta Robert Trivers, diğerlerini daha iyi kandırabilmenin önce kendimizi kandırmaktan geçtiğinden hareketle bilinçaltı denilen yapının ortaya çıktığını iddia ediyor.
Siyasetçilerin ve büyük iş insanlarının evrimsel anlamda gelişmiş insan türü örnekleri oldukları söylenebilir bu bakış açısıyla.
O zaman hayat dedikleri, aldatma ve aldatanı yakalama oyunu olmalı özünde.
Ortaçağ filozoflarından Ockham’lı William’ın geliştirdiği “Occam’s Razor”, etkili akıl yürütme adına oldukça faydalı bir araç.
Kısaca, bir konu ile ilgili alternatif açıklamalardan/çıkarımlardan en basit olanına itibar edilmesi şeklinde ifade edilebilecek bir akıl yürütme prensibi.
Basitlik tanımı ile kastedilen, ontolojik olarak en az sayıda yeni varlık/olgu ve varsayım içermesi.
Ontoloji aslen varlık bilimi veya felsefesi. Herkesin bir varlık/olgu listesi var.
Mesela benim ontolojik listemde kedi var. Yer çekimi, ağaç, otomobil, bulut, sandalye, manyetik alan, virüs var.
Deniz kızı, reiki, koca ayak, ufo, süperman, telepati, düz dünya, ışınlanma, sihir ve görünmez kediler yok.
Örneğin, bir arkadaşınız sevgilisi ile ilgili sorunlar yaşıyor. Ortada iki alternatif açıklama var.
1) Son dönemde daha az zaman ayırıyoruz birbirimize.
2) O domuz X yok mu, gözü var sevgilimin üzerinde. Geçen medyum Y’nin yerinde görmüşler. Kesin büyü yaptırdı.
İkinci açıklama benim ontolojik listemde olmayan büyü ve medyum gibi yeni varlık ve olguları içeriyor.
Yeni varlık/olgu içermeseler dahi, çıkarımlar arasında en az varsayım/koşul içeren alternatifin seçilmesini öneriyor Occam’ın Usturası.
Her fazladan varsayım aslen, olasılıksal olarak çıkarımın gerçekleşme ihtimalini azaltıyor.
Başka bir örnek, eve geldiniz ve beğenerek almış olduğunuz vazonun kırıldığını gördünüz. Kırık vazonun yanında oğlunuz duruyor.
Siz (S): Vazoya ne oldu oğlum ?
Oğlunuz (O): Kedi kırdı.
S: İyi ama bizim kedimiz yok oğlum.
O: Bir sokak kedisi evimize girmiş.
S: Oğlum biz 4. kattayız. Kapı, pencere kapalı.
O: Kapı açıldığında girmiş herhalde.
S: Şimdi nerede ?
O: İçeride bir yerlerde olmalı.
S: Baktım, kedi yok.
O: Görünmezlik özelliği olan bir kedi olabilir.
Son bir örnek.
Vatandaş (V): Ekonomi kötü. Zamlar, kurlar, enflasyon aldı başını gidiyor. Ekonomi kötü yönetiliyor.
Yandaş (Y): Dış güçlerin işi bunlar. Bir de hain stokçular ve gözü doymayan ticaret erbabı var.
V : Nereden çıktı bunlar ? Yirmi senedir bunlar bir şey yapamıyordu. Neden şimdi yapabiliyorlar ?
Y : 2023’te Lozan Antlaşması sona eriyor. Ülkenin altı petrol dolu. Bir de doğalgaz bulduk.
V: Haklısın. Bir de İHA, SİHA ve yerli otomobil olayı var.
İnsanları bir araya getirebilecek liderlerin peşinden gitme eğilimi gösteririz. Çünkü grup halinde olmanın avantajları, yalnızlığın dezavantajlarına baskın gelir.
Hep birlikte yanlış yolda yürümek, yalnız başımıza doğru yolda gitmekten daha fazla işimize gelmiştir.
Düşünen ve bilge olan yerine, iddialı aptalın izinden gidenler; genlerinin bazılarını bizlere aktarmayı başarmıştır.
Bu durum sosyal bir patolojiden anlaşılabilir. Psikopatlar insanları arkalarında toplar.
Nassim Nicholas Taleb
Sürekli deneyip başarısız olduğumuz şu geleceği tahmin etme çabasından neden vazgeçemiyoruz ?
Beceremeyen ancak beceremediğinin de farkında olmayan uzmanlara (ekonomist, teknoloji kahini vb) gelecek tahmini için prim vermeye neden devam ediyoruz ?
Bunun doğamızdan kaynaklanan bir sebebi olabilir mi ?
Daniel Bennett, canlı yaşamına ilişkin tanımlamış olduğu yetkinliklerde bu konuya vurgu yapıyor.
Popperian dediği üçüncü yetkinlikte, geleceğe ilişkin varsayımlarda bulunup, hamlelerinin olası etkilerini tartabilme yetisinin; insan beyninin en önemli hayatta kalma becerilerinden biri olduğunu ifade ediyor.
Basit bir örnekle açıklamak gerekirse;
1) Benimle rekabet eden ve hedefimle aramda duran şu adamın suratının ortasına bir yumruk patlatsam ?
2) O da karşılığında benim suratıma bir yumruk atabilir. Biraz agresif birine benziyor ve oldukça da formda gözüküyor. Tek yumrukla da kalmayabilir.
3) Üzerinde silah olabilir mi ?
4) Karşılık vermeyip beni dava edebilir mi ? Hapis cezası alırsam işimi kaybederim. İçeride fiziksel/psikolojik/finansal sorunlar yaşayabilirim.
Bu modelleme yetkinliği sayesinde, bizim yerimize geleceğe ilişkin varsayımlarımız ölür/zarar görür.
Hayatta kalma anlamında değeri sebebiyle bu özelliğin günümüze kadar geldiği düşünülüyor.
İyi, güzel ve faydalı ancak, günümüzde insanın yaşadığı çevre yüzbin yıl öncesinden farklılıklar içeriyor.
İnsan beyni, karmaşık ve çok değişkenli sistemlerle ilgili model oluşturup, gelecek tahmini yapmak için yetersiz. Raslantısallığı anlama ve modellemede zaafiyetleri var.
Bilgisayar ile sağlanacak ek işlemci gücü de her alanda çözüm olamıyor.
Hava tahmininde nispeten anlamlı sonuçlar elde edilebilirken, özgür iradenin ve irrasyonelliğin modele dahil olduğu ekonomik ve politik tahminlerde işe yaramıyor.
Teknoloji konusunda ya keşif yaparsın ya boş tahmin. Gerçekleşecek teknoloji tahmini aslen, tahmin yapıldığı anda teknolojinin keşfi anlamı taşır.
Teknolojinin uygulama alanı ve biçimine ilişkin varsayımlar, gelecek teknoloji tahmini değildir.
Seneler önce, Teke yarımadasında yapmış olduğum bir cross country uçuşu esnasında, kuş uçmaz kervan geçmez bir yere inmek zorunda kaldım.
Ekipmanımı toparlarken nereden çıktığını anlayamadığım bir köylü yanıma geldi. Selam safhası sonrası, inişimi seyrettiğini ifade ederek, şimdi tekrar nasıl havalanacağımı sordu.
Yamaç paraşütünde bir güç kaynağı olmadığını söyledikten sonra, malzemeyi çantalayıp, sırtıma atacağımı ve sonrasında en yakın yola yürüyeceğimi anlattım. Önce 3 saat o beni taşıdı, şimdi ben onu kaç saat taşıyacağım bilemiyorum dedim.
Karşılık olarak bizim buralarda bir söz vardır dedi ve ekledi.
“Eşek eşeğin sırtını emanet kaşırmış.”
Kurumsal hayatta sıklıkla duyduğumuz “Networking” olayının Anadolu versiyonu açıklaması olduğunu düşündüğüm ifadeyi hafızama yazdıktan sonra, hoş bir sohbete devam ettiğimizi hatırlıyorum.
Uzun yıllar boyunca, diğer bireylere yaptığımız iyiliklerin, evrimsel anlamda bir karşılığının olmadığı düşünüldü. Ta ki Robert Trivers ‘Reciprocal Altruism’ kavramını ortaya atana kadar.
Görselde konseptin çalışma mantığını görmek mümkün.
Bir organizmanın evrimsel anlamda kendi şansını azaltma pahasına ve ilk planda bencilce gözükmeyen bir şekilde, diğer bir organizmanın şansını artıracak davranış sergilemesini, sonrasında benzer bir karşılık beklemesi olarak açıklayan teori.
Networking kavramının evrimsel biyoloji bakış açısıyla arka planını açıklıyor.
Robert Trivers’ın makalesini kaleme almasından ve networking olayının kurumsal arenada popüler olmasından çok önce; bizim Anadolu insanı farkına varıp, olayı özetleyen bir deyiş geliştirmiş.
Rasyonel ve irrasyonel kelimeleri ile eş/benzer anlamlı kelimelere bakınırken, büyük bir asimetri olduğu dikkatimi çekti.
İrrasyonel için kırk iki (42) benzer sözcüğe rastladım. Bunları yazının içerisinde vermek veya görselleştirmek konusunda, yanlış anlamalara sebep olabileceği düşüncesiyle, ilk başta tam emin olamadım. Sonrasında risk almaya karar verdim.
Karşı tarafta yer alan rasyonel sözcüğü için bulabildiğim benzer sözcük sayısı sadece sekiz (8) adet.
“Akıllı-zeki-cin gibi-parlak zekalı-ileri zekalı-zehir gibi-kıvrak zekalı-akil”
Aslen asimetrinin sebebi merakımı celbetti. İlk aklıma gelen açıklama, kendimizi diğerlerinden daha akıllı ve hatasız görmemizin bir sonucu olabileceğiydi.
Sonuçta hep diğerleri irrasyonel davrandığı için, onların durumunu tanımlayacak daha fazla sıfata ihtiyaç vardı. Herkes için aynı kelimeleri kullanmak bazılarına haksızlık olurken, bazıları için az kalabilirdi. Dolayısıyla daha ayrıntılı bir skalaya ihtiyaç duyuyor olabilirdik.
Başka bir sebep, başkaları için negatif tanımlamalar yapmanın, bizim daha zeki gözükmemize yarıyor olabileceğiydi. Bu konuda daha önceleri bir yerlerde bir şeylere rastladığımı hatırlayarak kısa bir araştırma yaptım.
1990’larda Teresa Amabile öncülüğünde yapılan bir akademik çalışmada, Harvard Business School öğrencilerine iki farklı kitap eleştirisi verilerek, eleştirmenin zekasını değerlendirmeleri isteniyor.
Aslen her iki eleştiri de aynı kişi tarafından kaleme alınmış. Fark ise, bilinçli olarak birinde negatif bir dil kullanılırken, diğerinde pozitif bir dil tercih edilmiş olması.
Denekler negatif yorumu kaleme alan eleştirmeni daha zeki, daha yetkin ve daha uzman olarak değerlendiriyor.
Sebebi ne olursa olsun, ilginç bir asimetri.
Tanrı tanımaz Diagoras'a, tanrılara dua eden ve sonrasında çıkan fırtınadan sağ kurtulmuş inananların resmedildiği tabletler gösterilir ve sorulur.
"Bu da mı gol değil Diagoras ? Dua ettikleri için kurtuldular."
Diagoras soruyla cevap verir.
"Dua ettikten sonra boğulmuş olanları resmeden tabletler nerede ?"
Hikaye bundan iki bin yıl önce yaşamış Cicero tarafından aktarılmış.
Fırtınadan kurtulamadıkları için hikayelerini anlatamayanlar aslen sessiz kanıt problemine vurgu yapıyor.
Survivorship bias ile benzerlikler içeren bir yanılgı türü.
"Çocuktur kirlenir...Tomo ile temizlenir...." reklam sloganını hatırlayanlar vardır. Reklamın hoşluğuna rağmen, slogan başından beri beni rahatsız etmiştir.
Reklamın ortaya çıkışının çok öncelerinden başlayarak; gerek berber muhabbetlerinde, gerek arkadaş sohbetlerinde gündeme gelen, hijyen-bağışıklık sorunsalına benzetmem ile alakalı sanırım bu rahatsızlık.
Hijyenin o kadar da gerekli olmadığını savunan grup, argümanlarını hijyene dikkat etme lüksü olmayan fakir ailelerin çocuklarının sağlıklı ve hastalıklara karşı dayanıklı oldukları savıyla gerekçelendirirler çoğunlukla. Hindistan'da yaşayan çocukların sağlıklı ve güçlü olduklarına kadar el arttıranlar çıkar ara ara.
Doğrudur, hijyen şansı olmayan çocukların da önemli bir kısmı hayatta kalır. Hikayelerini anlatamayanlar ise, sessiz kanıtlar olarak tarihte yerlerini alır.
Başkaca sessiz kanıtlar da vardır kanımca. Ancak ispat edecek verilere sahip değilim.
Bulundukları ortam sebebiyle sürekli hastalıklara maruz kalan çocukların, atlattıkları her hastalıktan kalan marazların toplamı sebebiyle, orta ve uzun vadede karşılaştıkları sağlık ve yaşam kalitesi sorunları gibi.
Kurumsal tarafa geldiğimizde ise, ara ara rastladığımız,
- "Başarılı olan insanların ortak özellikleri",
- "Nasıl Unicorn yaratılır? 10 başarılı Unicorn örneği üzerinden bir inceleme"
vb çalışmalarda görürüz sessiz kanıt problemini.
Başarılı olmuş Unicorn'larla aynı yeteneklere sahip olan, aynı aksiyonları alan, binlerce hatta onbinlerce parlak fikir, start up mezarlığında yerini almıştır.
Aynı şekilde, başarısız insan mezarlığında da; başarılı insanlarla aynı yeteneklere sahip, aynı davranış ve aksiyonları sergilemiş yüzbinlerce insan vardır.
Bunların hikayeleri rating almadığından, sessiz kanıtlar aleminde boşlukta savrulan daha önceki hikayelerin yanındaki yerlerini alırlar.
Kanseri nasıl yendim hikayecileri de sessiz kanıtlara ilişkin körlüğümüzden faydalanır.
Önerilen ruhsal/zihinsel reçeteyi uygulayan ve istatistiklere dahil olanlar, kitap yazamadıkları için seslerini duyuramaz.
Sessiz kanıtlar akademik ortam için de değer yaratabilir.
Akademik çalışmalar ancak anlamlı sonuçlar vermesi ve bazı dergiler için ilgi çekici bulunması durumunda yayınlanma şansı elde edebiliyor.
Herhangi bir alanda literatür taraması yapıldığında, sadece yayınlanmış deney ve çalışmalara ulaşılabiliyor.
Yayınlanmış çalışmaların 1.000, belki 10.000 katı kadar araştırma, yayınlanmamış akademik çalışmalar/deneyler sessiz evrenine göç ediyor.
Oysa başarısız deney ve denemelerden de öğrenecek çok şeyimiz var.
Yeni bir girişim fikri olarak buraya bırakmış olayım. Başarısız/yayınlanmamış akademik çalışmalar veritabanı.
Kriminal profilleme kavramı suç ve suçlu takibi için kullanılan, Hollywood filmlerinden aşina olduğumuz bir kavram.
Filmlerde işe yarayan ve seyretmesi keyifli bir süreç olan bu kavram da sessiz kanıt problemi barındırır.
Profilleme ile ancak başarısız ve enselenmiş suçlular için davranış tarzı ile kişilik özellikleri eşleştirmesi yapabilirsiniz.
Başarılı suçluların davranış tarzları, yöntemleri ve kişilik özellikleri; ya kendileri ile birlikte mezara gidecek, ya da usta çırak ilişkisi ile bir sonraki nesile aktarılacaktır. Kurgu olduğu düşünülen suç romanları ile kanıt olarak kalıcılık kazanması da mümkün.
Başka bir ifade ile, kriminal profilleme sadece başarısız suçluları yakalamada işe yarayan bir yöntem gibi duruyor.
Başarı/başarısızlık alanının ne olduğu ve büyüklüğü değerlendirmede önemli. Rastlantısallık her alanda eşit etkiye sahip değil.
Rastlantısallığa pozitif taraftan bakarsak şans faktörü, negatif taraftan bakarsak risk faktörü olarak değerlendiriyoruz.
Çok büyük başarılar büyük rastlantısallığın bulunduğu alanlarda hayat bulabiliyor.
Elon Musk ve Steve Jobs dişçi olsalar, yeteneklerini ve başarıya ilişkin yöntemlerini dişçilik alanında sergileseler, isimlerini duyma ihtimalimiz olmazdı sanırım.
Beyin karşılaştırma, derleme ve hikayeleştirme makinasıdır.
Önceki derlemeleriyle eşleştirme yapmaya meyillidir. Her yeni durumu objektif olarak tüm detaylar ile analiz etmez. Önceki tecrübelerinden oluşturduğu hikayelere uydurmaya çalışır.
Çoğunlukla bu hikayelere uydurmak için gerçeği çarpıtır. Duygular bu uydurma sürecinin sosudur. Nadiren eski hikayeleri yeni bilgilerle günceller. Bu güncellemeler majör değildir. Daha çok resmi ayrıntılandırmak ve renklendirmek benzeri güncellemelerdir.
Ana hikayenin (benlik, bilinç, değerler bütünü) değişmesi çok zordur. Yaşın ilerlemesi ile neredeyse imkansızlaşır.
Yeni karşılaştığı olaydaki objeleri çocukluktan itibaren beyninde oluşturmuş olduğu prototiplerle ( Örneğin, otomobil, masa, ağaç, nehir vb) karşılaştırıp, eşleştirmeye çalışır.
Olayın aktörlerini ise sterotiplere uydurmaya çalışır. (Örneğin, gavur, muhafazakar, mütedeyyin, vatansever, hain, z kuşağı, yobaz ihtiyar, marjinal genç vb). İyilerin ve kötülerin tanımı bellidir. Tüm aktörler bu iki ana gruptan birisine dahil edilir. Bu gruplara dahil edilmeyenler etkisiz eleman grubunda yer alır.
Aslen beynin bu çalışma tarzı o kadar da kötü değildir. İnsan beynine hız ve saklama/geri çağırma kapasitesi ile ilgili avantaj sağlar.
Diğer taraftan, gerçekle örtüşmeyen yargılarımızın ve hatalı kararlarımızın bir kısmı bu çalışma şeklinin olumsuz yan etkileri arasındadır.
Bu yapıdan haberdar olmak, rasyonel düşünme yolunda atılacak önemli bir adımdır.
Süreç otomatik olduğundan, farkındalık tek başına yeterli değildir. Olası olumsuz yan etkilerinden kaçınmak ek bir çaba ve pratik yapmayı gerektirir.
Rasyonel düşünme sadece başkalarının anlattığı hikayelere karşı değil, kendi beynimizin hikayeleştirme eğilimine karşı da uyanık olmayı gerektiriyor bir anlamda.
-“Bizde öyle bir bilgi yok…”
-“Hiç mi yok ?”
-“Yok…. Biraz var…”
‘Varlığına ilişkin kanıt olmamasının, yokluğun kanıtı olduğu’ çıkarımı olarak ifade edilebilecek bir safsata/yanılgı türü.
Onbeşinci yüzyıl Avrupasında;
I. “Bugüne kadar Atlas Okyanusunda batıya doğru yaptığımız seyirlerde, bilinen birkaç ada dışında herhangi bir büyük kara parçasına rastlamadık.”
şeklinde açıklamalar yapıldığını düşünün. İnsanlar bir süre sonra bunu;
II. “Atlas Okyanusunun batısında herhangi bir kara parçası olmadığı kanıtlandı.”
olarak hatırlayacaklardır.
İnsan beyni yukarıdaki iki ifadenin birbirinden farklı olmadığını düşünmeye meyillidir.
Aslen bunun da üzerinde bir hatalı akıl yürütme biçimi, Round Trip Fallacy.
Örneğin batı ülkelerinde şöyle bir çıkarım söz konusu.
I. ‘Neredeyse teröristlerin tamamı Müslümandır.’
II. ‘Neredeyse bütün Müslümanlar teröristtir’
Batı ülkelerinin yaşadığı/algıladığı terör olayları için birinci ifade doğru olabilir. Ancak, bir süre sonra insanlar ikinci ifadeyi ilki yerine kullanmaya meyil gösterirler. İkisi arasında çok büyük farklılık bulunmasına rağmen.
Benzer bir hatalı akıl yürütme biçiminin, İBB ile ilgili müfettiş soruşturmasının gerekçesinde olması kuvvetle muhtemel.
Bu hatalı akıl yürütme biçimi için diğer bazı örnekler.
“Ben X partililerin büyük çoğunluğu aptaldır demedim. Ama aptalların büyük çoğunluğu X partili…”
“Ben size başarı her zaman yetenek/beceri ile ilgili değildir dedim. Siz başarı şanstır dediğimi ima ediyorsunuz.”
Not : Örneklerin bir kısmı, Nassim Taleb’in Siyah Kuğu kitabından alınmıştır.
Sadece bizi etkileyen kararlar dışında, başkalarını etkileyen kararlar almamız da söz konusu.
Liderler/yöneticiler, meslek profesyonelleri, politikacılar vb konumda yer alanlar sıklıkla başkalarını ilgilendiren kararlar vermek durumunda kalırlar.
Görselde, bir tıp hekiminin hastası ile ilgili vereceği karara ilişkin bazı detayları sıraladım.
Örnek durumda tedavi için üç farklı ilaç alternatifi mevcut. Başarı şansı % 95 ile en yüksek ilaç 1 no’lu alternatif.
Karar sonucundan faydalanacak hasta açısından düşünüldüğünde hekimin 1 no’lu ilaç yönünde karar vermesi gerekir.
Diğer taraftan ilacın ödemesini yapacak olan sigorta şirketi 1 no’lu ilacı ödememektedir. Kalan iki seçenekten, % 85 başarı şansı ile daha iyi olanı 2 no’lu ilaçtır.
Yine hasta açısından düşünüldüğünde, hekimin 2 no’lu ilacı reçete etmesi beklenir.
Ancak, 3 no’lu ilacın pazarlamasını yapan şirket, ilacı reçete eden hekimlere hoş promosyonlar sağlamaktadır. 2 no’lu ilaç için herhangi bir promosyon söz konusu değildir.
Sizce hekim hangi ilaç ile ilgili karar alacaktır ?
Alınan kararlarla ilgili 3 tarafın varlığından bahsedilebilir.
1) Karardan faydalanan/ürünü kullanacak olan
2) Karar alan
3) Kararın bedelini ödeyen/kararı onaylayan
Bu üç tarafın tek kişi olduğu durumlarda karar mekanizması nispeten basit olarak değerlendirilebilir.
Zaman zaman bu 3 tarafın 2 farklı kişi, örnektekine benzer bazı durumlarda ise 3 farklı kişi/grup olması söz konusu olabilmektedir.
Kurumsal eğitim kararlarında da benzer bir durumdan bahsedilebilir.
1) Ürünü Kullanacak Olan : Eğitime Katılacak Kurum Personeli
2) Karar Veren : Eğitim/İnsan Kaynakları Profesyoneli
3) Onay Veren/Ödeyen : Üst Yönetim
Kararların başarısı, ürünü kullanacak olan tarafın faydasının öncelik olarak belirlenmesi ile doğru orantılıdır.
Politik karar alıcı aktörler için de benzer bir durumdan bahsetmek mümkündür.
Ülkemizde alınan politik kararları, karardan faydalanacak grubun mu (halk), yoksa kararı veren grubun mu (politikacılar) çıkarlarının gözetildiğine bakarak yorumlamak mümkündür.
‘Dunning-Kruger Sendromu’ artık popülerliğini kaybetmesine rağmen, yeni denk gelenler için bir “AHHAAA….” anı yaratması sebebiyle ara ara tekrar paylaşımlarını görüyor olmamız olası.
Paylaşanlar olarak doğaldır ki, x ekseninde sağ tarafta bir yerlerde değerlendiriyoruz kendimizi.
Peki, Dunning-Kruger eğrisinde değişim yaratmak mümkün mü ? Çok sayıda insanın ‘Metacognition’ kavramı hakkında bilgi sahibi olması halinde olası gözüküyor.
Metacognition, kavramın mucidi John H. Flavell tarafından; kişinin kendi bilişsel süreçleri hakkında bilgi sahibi olması ve bu bilgiyi kendi bilişsel süreçlerini kontrol etmek için kullanması olarak tanımlanmış.
Bir anlamda kişinin ne bildiğinin ve ne bilmediğinin bilincinde olması.
Ek olarak, bilmeyle ve öğrenmeyle ilgili kendi sınırlarının ve potansiyelinin farkındalığı.
Veriyi anlamlandırma ve bilgiyi hafızadan geri çağırma konusunda kendi kişisel özelliklerini ve tercihlerini belirleyebilmesi.
Örneğin, sürekli erteleme sorunundan muzdarip bir kimse, erteleme davranışının arka planındaki düşünsel süreçlerinin farkına varabilirse, bu sorunun üstesinden gelme konusunda etkili yöntemler geliştirebilir.
Öğrenme sürecinizin arka planında vuku bulan düşünsel süreçler ile ilgili farkındalık sahibi olabilirseniz, etkin öğrenme önünde engel oluşturan düşünsel süreçleri yönlendirmek veya daha etkili düşünsel süreçlere odaklanmak mümkün olabilir.
Kendi düşünsel süreçlerimizi bilmek, problem çözme, karar alma, yaratıcı fikir geliştirme benzeri farklı alanlarda zorlukla karşılaştığımızda; analitik düşünme, hızlı karar alma, sezgisel düşünme, yaratıcı düşünme, stratejik düşünme ve rasyonel düşünme modlarından uygun olan birisine geçiş yapacak şekilde düşünsel süreçlerimizi düzenleme imkanı sağlayabilir.