Öğrenilmiş çaresizlik kavramını hayatımıza sokan 5 maymun deneyini hatırlayanlar vardır.

 

Şu, muza ulaşmaya çalışan maymunlara tazyikli soğuk su sıkılan deney.

 

Bir kitapta kaynak belirtilmeden yer verilen ve aslen varolduğuna ilişkin bugüne kadar kanıt bulunamayan bu deney, kişisel gelişim camiası ve kurumsal arenada oldukça popüler olmuştu bir zamanlar.

 

Diğer taraftan öğrenilmiş çaresizlik, üzerinde çok sayıda bilimsel çalışma gerçekleştirilmiş bir kavram.

 

Tekrar eden başarısız girişimler akabinde, sonucu değiştiremeyeceğine ilişkin oluşan inanç olarak tanımlanabilir kısaca.

 

Son yıllarda insanlar üzerinde yapılan yeni deneylerde, kavramın tersten işlediği yönünde sonuçlar elde edilmiş.

 

Yani biz insanlarda yetersizlik duygusunun aslen başlangıçta da var olduğu görülmüş. Sonrasında elde edilen sonuçlar, öğrenilmiş çaresizlik durumu yaşayıp, yaşamayacağımızı belirliyormuş.

 

Geçen gün yaptığım bir okuma esnasında, kavrama benzer bir tanımlamaya denk geldim. "Öğrenilmiş Cahillik - Learned Blankness".

 

Anna Salamon tarafından isimlendirilen bu yeni kavram, düşünme alanında yaşadığımız benzer durumları tanımlamak için geliştirilmiş.

 

Hepimiz için düşünsel çaresizlik alanları var.

 

Birisi için bu matematik.

 

Diğeri için dijital dünya.

 

Bir başkası için ise soft skill'ler.

 

Bu çaresizlik alanlarımızla ilgili akıl yürütmek söz konusu olduğunda, korkuyor ve geri adım atıyoruz. O alana girmek istemiyoruz.

 

Geçmiş olumsuz anlama/anlamlandırma deneyimlerimizin sonucu çoğunlukla bu durum.

 

Daha önce başarısız olmuş olmak, tekrar denemeye engel olmamalı.

 

Belki basitten başlayarak ve farklı teknikler deneyerek bu alanlardaki cahilliklerimizi kırabilmek mümkündür.

Cuma, 25 Mart 2022 16:35

FİLOJİSTON - ATEŞ ELEMENTİ

Yazan

 

 

 

İnsan çevresini duyu organlarıyla algılayıp çıkarımlar yapabilen bir tür.

 

Diğer türler de bu tip çıkarımları farklı seviyelerde yapabiliyor. Başarılı bir av için, saldırı hattı planlaması, avın çıkardığı sesten konum ve mesafe tespiti gibi.

 

İnsanın farkı, sadece duyusal girdilerle yapılamayacak çıkarımları da yapabilmesinde yatıyor.

 

Duyusal girdileri inançlar ile harmanlayarak, görülenin, duyulanın ötesini modelleyebiliyor.

 

Örneğin, yüksek bir bina üzerinden bir topun atıldığı an ile yere çarpacağı an arasında saatin kadranlarının değişimini modelleyebiliyoruz.

 

Binanın 120m yüksekliğe sahip olduğuna ve saniyenin karesinde 9,8 metrelik yerçekimi etkisinin olacağına ilişkin inançlarımızı; saatin saniye sayacının 12 üzerindeki poziyonunda olduğuna ilişkin görsel girdi ile birlikte değerlendirip, topun yere çarptığında saniye sayacının 1'in üzerinde olacağını (5 saniye) söyleyebiliyoruz.

 

Duyuların ötesini modelleyebilen tek türüz.

 

Bu bizim en güçlü yönümüz. Diğer taraftan en zayıf noktalarımızdan birisi de bu.

 

Sıklıkla görülemeyenle birlikte gerçek olmayanları da modelliyoruz.

 

Örneğin filojiston, yani ateş elementi hikayesi gibi.

 

Ateşin hikayesi insanlar için uzun bir süre bilinmeyen olarak kalmış.

 

Johann Joachim Becher tarafından 1667 yılında ortaya atılan ateş elementi (filojiston) teorisi, 18. yüzyıl sonlarına kadar geçerli kabul edilmiş.

 

Cisimlerdeki yanma esnasında, filojiston isimli ateş elementinin salındığını iddia eden bir teori. Filojistik maddeler yandığı zaman, uzaklaşan bir ateş ruhuna ve küle dönüştüğü düşünülüyordu.

 

Günümüzde sıklıkla element uyduran gruplarla karşılaşıyoruz. Politikacılar, gazeteciler, tartışma programı yorumcuları, kahinler, gurular ve benzerleri.

 

Sosyal medya ortamı da element uyduranlardan müstesna değil bu arada.

Perşembe, 17 Mart 2022 10:59

AMİGO - LİDER

Yazan

 

 

İlk tribün tecrübemi yaşadığımda 8 yaşındaydım. Memleketimizin takımı Balıkesirspor oynuyordu. Babam götürmüştü maça.

 

Rakip ve sonuç kalmamış aklımda. Ancak amigo figürü hayal meyal de olsa canlı hafızamda.

 

Kendini yırtarcasına performans sergileyen o adam ve tribündeki insanların onun yönlendirmelerini takip etmesinin absürtlüğü, hatırlıyor olmamın arkasındaki neden sanırım.

 

Küçük yaşıma rağmen, anlam verememiştim o insanın ve özellikle de onu takip eden insanların davranışlarına.

 

Birkaç milli takım ve derby müsabakası dışında fazla tribün tecrübem olmadı sonrasında. Absürtlük ile ilgili görüşlerim değişmedi takip eden tecrübelerimde de.

 

Liderlik konusu ve eğitimleri popüler oldu yıllar sonra. Çok farklı liderlik tanımlamaları dolanıyordu ortalıkta.

 

Bunlardan birisini okuduğumda, burada tanımlanan lider, benim tribünde gördüğüm amigo, liderin ekibi de tribündeki taraftarlar dedim kendi kendime.

 

Lider, ekibi coşturan, gaz veren kişiydi. Ekip de sorgulamadan gaza gelen, coşan tribündeki kalabalık.

 

Birileri çıkar ve 'Lider dediğin amigo gibi olmalıdır' diye tanımlama yapar diye beklerken, bir de baktım amigoların ismi tribün lideri olmuş.

 

Liderlik teorilerini incelediğinizde, birbiriyle alakasız bir sürü farklı teori olduğunu görüyorsunuz.

 

Bir uçta 'The Great Man Theory' (Seçilmiş İnsan Teorisi) yer alırken; diğer uçta 'Servant Leadership Theory' (Hizmetkar Lider Teorisi) yer alıyor.

 

Bir konuda birbiriyle bu kadar zıt ve farklı tanımlamaların olması, kavramın nesnelliği ile ilgili soru işaretleri oluşturuyor ister istemez.

 

Diğer taraftan güzelliği de buradan kaynaklanıyor belki de.

 

Kim neresinden tutarsa, oradan yürüyor.

 

Sen de haklısın, o da haklı, diğeri de haklı.

 

Her yaklaşım, akademik veya saha çalışması sunmakta da zorlanmıyor bu arada.

 

Herkesin işine geldiği gibi yorumladığı bir kavram olmuş liderlik.

 

 

 

Salı, 08 Mart 2022 09:37

DÜŞÜNME VE DİL

Yazan

 

 

 

Düşünceyi aktarmada dil ana mecralardan biri. Diğer taraftan, dil düşünme eyleminin olmazsa olmazı mı emin değilim ?

 

Düşünceyi aktarmada dil dışında da araçlar var. Örneğin hiç bir replik içermeyen bir film, bir kitaptan daha fazla düşünce geçirebilir karşı tarafa. Bir görsel (resim/foto) veya konuşma içermeyen sesler (müzik) de.

 

Kendi düşünme eylemime odaklandığımda, ana metodun dil değil, görsel modelleme (hayal etme/canlandırma) olduğunu söyleyebilirim.

 

Dil bunu başkalarına aktarmak söz konusu olduğunda gündeme geliyor.

 

İlginç olan, kesin dediğim düşüncelerimi başkalarına aktarmaya çalıştığımda, zaman zaman düşüncelerimin değişmesi.

 

Bir konudaki düşüncelerimden emin olmak istediğimde, bunları aktarmayı (yazmak, anlatmak, tartışmak) deniyorum.

 

İnsan düşünmeyi anlık aktarmak için işitsel bir kodlama sistemi geliştirmiş. Biz buna konuşma dili diyoruz.

 

Sonrasında, düşüncenin kalıcı olabilmesi, başka bir ifadeyle saklanabilmesi ve zamanda ileriye doğru seyahat edebilmesi için görsel/sembolik kodlama geliştirmiş. Biz buna yazı dili diyoruz.

 

Bilginin aktarımında başka kodlama sistemleri de olabilir. Bazı hayvan türlerinin ve bazı mikro organizmaların iletişimde kimyasal ve/veya koku kullandığını biliyoruz.

 

Bitkilerin, ürüme fonksiyonuna aracılık eden arı/kuş/böcek gibi canlılarla haberleşmek için renkleri kullandığından haberdarız.

 

Radyo dalgaları yoluyla bilgiyi aktaran kodlama sistemleri geliştirmişiz. Fiber optik kablolarda, bilgi/ses/görüntüyü önce elektriksel işaretlere, sonrasında ışığa çevirmişiz.

 

Bizim makinalar için geliştirdiğimiz kodlama sistemleri var. 0 ve 1 gibi basitten başlayan sonrasında daha karmaşık bilgisayar dillerine giden kodlama sistemleri gibi.

 

Yani sesi, görüntüleri, radyo dalgalarını, elektriği ve ışığı kodlayıp çözecek sistemler geliştirerek, bilgiyi farklı şekillerde aktarmanın ve saklamanın yollarını keşfetmişiz. Hem bizim, hem geliştirdiğimiz makinaların kullanması için.

 

Bizim genel bilgi aktarımı/saklanması için kullandığımız konuşma/yazı dili dışında, bazı özel işler/fonksiyonlar için alt diller de geliştirmişiz. Matematik, finansal raporlama, zaman ölçümü/tarihleme vb.

 

Sözün özü, dil aslen düşünceyi aktarmak veya saklamak için geliştirdiğimiz bir kodlama sistemi. Yani dil ile asıl hedeflenen ‘ben’ değil diğerleri.

 

Düşünme eyleminin başlangıç motivasyonu çoğunlukla aktarma amacına yönelik olduğundan, dilin düşünme eyleminin merkezinde olduğu algısına sahip olmak oldukça doğal.

 

Buna rağmen, dil olmaksızın düşünme eylemi olmayacağı argümanı geçerli bir argüman değil. Düşünme bireysel bir eylem olup, sadece öze dönük olarak da gerçekleşebilir.

 

 

 

 

 

Plasebo etkisi, tıp literatüründe kullanılan çoğumuzun aşina olduğu bir kavram.

 

Etkisiz bir ilacın, iyileştirici etkisine olan inanç sebebiyle, kişide olumlu etkiler oluşturması olarak tanımlanabilir.

 

Diğer taraftan, nosebo etkisi çok bilinen bir kavram değil.

 

Olumsuz bir yan etkisi olmayan ilacın, yan etkileri olacağına ilişkin inanç sebebiyle, kişide yan etkiler yaratması olarak ifade edilebilir.

 

Hem kurumsal hayatta, hem sosyal medyada, her iki etkiye oynayan karakterlere bolca rastlanır.

 

Kerameti kendinden menkul, inanırsan başarırsın paylaşımları yapan, güç senin içinde mesajları veren ‘Plasebo Pıtırcıkları’ bir tarafta.

 

Moda olan kurumsal/yönetimsel kavramların olası olumsuz yan etkilerine, mutlak sonuç olarak vurgu yapan ‘Nosebo Toksikleri’ diğer yanda.

Perşembe, 10 Şubat 2022 14:32

NAİF GERÇEKÇİLİK – NAIVE REALISM

Yazan

 

 

“Benim gerçeğim asıl olan. Diğerleri nesnel gerçekliğin çarpıtılmış hali.”

 

‘Naive realism’ sosyal psikolog Lee Ross tarafından ortaya atılan bir kavram. Yukarıdaki ifade kavramın özünü ifade ediyor.

 

Kavramın birbiriyle ilişkili üç varsayımı var.

 

-      İnsanlar dünyayı nesnel olarak ve yanılgılardan müstesna bir şekilde algıladıklarına inanırlar,

 

-      Aynı veriler sunulduğunda ve rasyonel bir şekilde yorumlayabilmeleri durumunda, diğer insanların da aynı sonuca varmasını beklerler,

 

-      Aynı bakış açısında mutabık olmayanları; cahil, irrasyonel ve yanılgı içerisinde olarak değerlendirirler.

 

Görselin konuyla alakası nedir diye düşünebilirsiniz. Son dönemde sosyal medyada bu görselle ilgili yapılan paylaşım ve yorumlar üzerinden, bu kavramın nasıl hayat bulduğunu gözlemlemek mümkün.

 

Başarı ve mutluluğun -tanımlarından bağımsız olarak- en temel bileşeni; çevremize ilişkin beynimizde oluşturduğumuz model ve varsayımlar.

 

Rastlantısallığın (şans, risk, kader vb) rolü sebebiyle, oluşturduğumuz model ve varsayımların nesnel gerçekliği yaklaşması başarı ve mutluluğu garanti etmiyor.

 

Diğer taraftan, rastlantısallık herkes için var olduğundan; gerçekçi bir model çerçevesinde alınacak pozisyon, başarı ve mutluluk açısından avantaj anlamı taşıyor.

 

Belki de benim gerçeğim dediğim, mutlak gerçek değildir ?

 

Perşembe, 03 Şubat 2022 08:18

ALDATMA

Yazan

 

 

Evrimsel psikoloji, insan beyninin ortaya çıkan yüksek maliyetlere rağmen büyümesinin cevabını arıyor.

 

Farklı hipotezlerden birisi; insan beyninin evriminin, doğadaki diğer türlere karşı avantaj sağlamaktan çok, kendi türünün bireyleri ile rekabet etme amaçlı olduğu yönünde.

 

Beyin evriminin en çarpıcı özelliği aşırı gelişmiş iletişim becerileri.

 

İletişimin bir amacı bilgi paylaşımı ancak, tek ve öncelikli amaç bu değil.

 

Diğerlerini manipule etmek, aldatmak ve aldatanları tespit edebilmek iletişimin diğer ve önemli öncelikleri arasında.

 

Hatta Robert Trivers, diğerlerini daha iyi kandırabilmenin önce kendimizi kandırmaktan geçtiğinden hareketle bilinçaltı denilen yapının ortaya çıktığını iddia ediyor.

 

Siyasetçilerin ve büyük iş insanlarının evrimsel anlamda gelişmiş insan türü örnekleri oldukları söylenebilir bu bakış açısıyla.

 

O zaman hayat dedikleri, aldatma ve aldatanı yakalama oyunu olmalı özünde.

 

 

Ortaçağ filozoflarından Ockham’lı William’ın geliştirdiği “Occam’s Razor”, etkili akıl yürütme adına oldukça faydalı bir araç.

 

Kısaca, bir konu ile ilgili alternatif açıklamalardan/çıkarımlardan en basit olanına itibar edilmesi şeklinde ifade edilebilecek bir akıl yürütme prensibi.

 

Basitlik tanımı ile kastedilen, ontolojik olarak en az sayıda yeni varlık/olgu ve varsayım içermesi.

 

Ontoloji aslen varlık bilimi veya felsefesi. Herkesin bir varlık/olgu listesi var.

 

Mesela benim ontolojik listemde kedi var. Yer çekimi, ağaç, otomobil, bulut, sandalye, manyetik alan, virüs var.

 

Deniz kızı, reiki, koca ayak, ufo, süperman, telepati, düz dünya, ışınlanma, sihir ve görünmez kediler yok.

 

Örneğin, bir arkadaşınız sevgilisi ile ilgili sorunlar yaşıyor. Ortada iki alternatif açıklama var.

 

1)  Son dönemde daha az zaman ayırıyoruz birbirimize.

 

2)  O domuz X yok mu, gözü var sevgilimin üzerinde. Geçen medyum Y’nin yerinde görmüşler. Kesin büyü yaptırdı.

 

İkinci açıklama benim ontolojik listemde olmayan büyü ve medyum gibi yeni varlık ve olguları içeriyor.

 

Yeni varlık/olgu içermeseler dahi, çıkarımlar arasında en az varsayım/koşul içeren alternatifin seçilmesini öneriyor Occam’ın Usturası.

 

Her fazladan varsayım aslen, olasılıksal olarak çıkarımın gerçekleşme ihtimalini azaltıyor.

 

Başka bir örnek, eve geldiniz ve beğenerek almış olduğunuz vazonun kırıldığını gördünüz. Kırık vazonun yanında oğlunuz duruyor.

 

Siz (S): Vazoya ne oldu oğlum ?

 

Oğlunuz (O): Kedi kırdı.

 

S: İyi ama bizim kedimiz yok oğlum.

 

O: Bir sokak kedisi evimize girmiş.

 

S: Oğlum biz 4. kattayız. Kapı, pencere kapalı.

 

O: Kapı açıldığında girmiş herhalde.

 

S: Şimdi nerede ?

 

O: İçeride bir yerlerde olmalı.

 

S: Baktım, kedi yok.

 

O: Görünmezlik özelliği olan bir kedi olabilir.

 

 

Son bir örnek.

 

Vatandaş (V): Ekonomi kötü. Zamlar, kurlar, enflasyon aldı başını gidiyor. Ekonomi kötü yönetiliyor.

 

Yandaş (Y): Dış güçlerin işi bunlar. Bir de hain stokçular ve gözü doymayan ticaret erbabı var.

 

V : Nereden çıktı bunlar ? Yirmi senedir bunlar bir şey yapamıyordu. Neden şimdi yapabiliyorlar ?

 

Y : 2023’te Lozan Antlaşması sona eriyor. Ülkenin altı petrol dolu. Bir de doğalgaz bulduk.

 

V: Haklısın. Bir de İHA, SİHA ve yerli otomobil olayı var.