Bazen gruplarda doğal liderler ortaya çıkar.
Doğal ifadesi doğuştan gelen özelliklere referansla, kişinin doğuştan lider olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır.
Lider belirlenmesi sürecinin otomatik gerçekleşmesi anlamında bir ifadedir.
Doğal liderlik inisiyatif almakla, başka bir ifadeyle riskin büyük kısmını üzerine almakla gerçekleşir.
Bu da diğerlerinden daha iyi karar alabilmek veya aptallıkla olur.
Bazen riskin doğası gereği, aptalların da doğal lider olup başarı elde etmesi söz konusu olabilir. Bu durum daha iyi karar alabilmelerinin değil şanslarının yaver gitmesinin bir sonucudur.
İyi karar alabildikleri için lider olanlar dışındaki doğal liderlerin liderliklerinin ne kadar süreceğini attıkları zarlar belirler.
Büyük topluluklar halinde yaşamanın önemli sıkıntı alanlarından birisi menfaat ve bireysel hırsların kontrolü konusu.
Doğada güçlü olanın her şeye sahip olduğu bir sistem olan orman kanunu geçerli.
İnsani bilinç düzeyinde orman kanunu kabulü zor bir sistem.
Diğer taraftan, menfaatini gözetme veya sınırla demek ise irrasyonel ve doğal değil.
Bu dünyada veya diğer dünyada ceza tehdidi veya ödül vaadi ile menfaat ve bireysel hırsları sınırlamaya yönelik, dini ve ahlaki sistemler veya öğretiler yöntem olarak kullanılagelmiş çağlar boyu.
Üzerine devlet dediğimiz yapılar içerisinde yönetim sistemleri ile bu konuya çözüm getirmeye çalışmış insan türü, yüzyıllarca. Devlete menfaat dağıtma rolü biçilmiş bu sistemlerde temel olarak.
Bir uçta orman kanununa yakın despotizmden, diğer uçta menfaatsiz veya menfaati eşitleyen bir toplum öngören komünizme kadar değişen.
Günümüzde menfaati menfaate çarpıştıran, bireysel hırsları diğer bireysel hırslarla yarıştıran kapitalizm sistemi üstünlük sağlamış görünüyor. Yani kimseye menfaat kötüdür, yardım ve sadaka zaruridir, bireysel hırslar sınırlanmalıdır denmiyor bu sistemde.
Kapitalist sistemlerde, güçlü olanın güçsüzü sömürmesi ve/veya yoketmesi yoluyla orman kanununa dönme riski bulunuyor her zaman.
Bu riskin kontrolü için, devlet denen yapının oyun kurucu ve racon kesici rolü üstlenmesine ihtiyaç var.
Bu rol rekabete müdahale ederek menfaat dağıtma fonksiyonunu içermiyor. Aşırı güçlenen oyuncuların monopol ve oligopol benzeri yapılarla diğer oyuncuları sömürmesinin ve yok etmesinin önüne geçme, rekabetin sağlıklı işlemesini sağlama fonksiyonunu ifade ediyor.
Bu durumda devletin bireyin üzerinde üst güç olması söz konusu.
Birey üzerindeki bu yaptırım gücü, devleti ele geçirenler tarafından kötüye kullanıma açık bir durum yaratıyor.
Bunun için insan türünün geliştirdiği çözüm; yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız olması üzerine kurulan kuvvetler ayrılığı prensibi.
Kuvvetler ayrılığı aslen bireyi ve girişimi devleti ele geçirenlerden koruyor.
Türkiye, kapitalist sisteme yatkınlığı ile olumlu anlamda küçük Amerika diye tanımlanan bir ülke. Peki neden gereken zıplamayı yapamıyor ?
Sorun, fiili olarak kapitalist sisteme geçilen 1980 sonrasından günümüze, kuvvetler ayrılığının uygulanmıyor/uygulanamıyor olmasında yatıyor.
Bireyi ve girişimi, devleti ele geçirenler karşısında güvence altına alacak, uygulanan bir kuvvetler ayrılığı sistemine ihtiyaç var.
Ne olmuş ? Devleti ele geçirenler vahşi kapitalizmi yandaşlarıyla uyguluyor diyebilirsiniz.
Kapitalizm iyi olanın kazanması ve ödüllendirilmesi üzerinden değer yaratan bir sistem.
Devlet gücü ile yandaş vasatların menfaat elde etmesi sonucu yaratırsanız, iyi olan değerinin karşılığını göreceği eko sistemlere kaçar.
Yaşanan beyin ve sermaye göçü aslen bu durumun ispatıdır.
Sen de, elinde kalan vasat yandaşlarla, neden dünya ile rekabet edebilen bir ülke olamıyoruz diye dövünür durursun.
Güven güven diyorlar.
Kimse kimseye güvenmiyor; nasıl iş yapılır bu ortamda diyorlar.
Sanki ülke Japonya, sanki sistemde güveni suistimal binde bir gibi bir oranda da; biz şımarıklık yapıyoruz, pimpirikli davranıyoruz.
Neyine güveneyim. Neredeyse yeni normal, kural dışılık ve güveni suistimal olmuş durumda.
Oyunu kuralına göre oynayanlar azınlık.
Yeterince iyi değilsen, kazanmanın yolu oyunu kural dışı oynamaktır.
Kurallar içinde oynayanlar, stratejik modellemesini ve hamlelerini bu çerçevede oluşturacaklarından kural dışı oynayanlarla mücadele edemezler.
O yüzden çok iyi de olsanız, kural dışı oynayanlara karşı, oyunu kuralına göre oynayarak başarılı olma şansınız yoktur.
Ülkemizdeki güven sorunu bu yüzdendir.
Kanunlar ve kurallar düzgün çalışmadığından, kurallar içerisinde başarılı olamayacaklarının farkında olanlar hile yaparak kazanmaya çalışırlar.
Kanun ve kural çalışmazken, kanun dışında bir yaptırımı veya olumsuz geri dönüşü de olmadığında, yapanın yaptığı yanına kar kalır.
Kural dışı oynamanın bedelinin olmadığı bir ortamda, kural dışılık yavaş yavaş oyunun kuralı olmaya başlar.
Kurallar çerçevesinde oynayanların bu ortamda güvenmemek dışında bir seçeneği kalmaz.
Sen gel de bu ortamda güven.
Aynı virüs, bakteri ve mikroplara karşı vücut bağışıklığınızı korumak ve artırmak için yapılması gerekenler gibi zihinsel bağışıklığınızı korumak ve artırmak için de yapılması gereken şeyler var.
Virüs, bakteri ve mikropların sürekli olarak hazır durumda bekleyip, bağışıklığınızın düştüğü ilk fırsatta sizi hasta etmesi gibi; iknacı, hikayeci, kahin, ajitatör, politikacı, lider, kişisel gelişimci, sipiritüel guru, fırsat pazarlayıcısı, komplo teorisyeni vb envai çeşit zihin bulandırıcı hazırda bekliyor.
Zihinsel bağışıklığınızı güçlü tutmanın yolu sürekli sorgulamak.
İşin aşı kısmı ise sürekli öğrenmek. Her yeni bilgi, her yeni anlamlandırma ve çözümleme zihinsel bağışıklığımıza destek oluyor.
Safsatalar ve düşünsel yanılgılar hakkında bilgi sahibi olmak koruyucu tedbir ve önleyici ilaç.
Son olarak performans artırıcılardan bahsetmek gerek. Eleştirel düşünme araçları zihinsel performans artırıcılar oluyor bu analojide.
Bağışıklığın dışında zihin kaslarını her daim güçlü, esnek ve formda tutmak lazım. Yazarak ve doğru ortamlarda tartışarak bol bol fitness çalışması yapmak gerekiyor.
Eski zamanlarda kahin, şaman ve büyücüler tesadüflere bir düzen kazandırıp, bunlardan bir hikaye çıkararak kendilerine iktidar alanı yaratırlarmış.
Yani örneğin gerçekleşen bir fırtına sonrasında; ayın gökyüzündeki durumu, kuşların sürüler halinde uçması, böceklerin toprak üstüne çıkması vb hikaye anlatıp, kabile üyelerinin şamanın ayinlerine katılmadıklarından dolayı bu felaketin gerçekleştiğine bağlarlarmış. Hikaye ayin/inisiyasyon pazarlaması ile devam edermiş doğal olarak.
Teksas Keskin Nişancı Safsatası (Texas Sharpshooter Fallacy), bir duvara ateş ettikten sonra, oluşan delik etrafına hedef tahtası çizme metaforu ile tanımlanan bir safsata türüdür.
Ekonomi yorumcularının ve yatırım gurularının anlattıklarına odaklandığınızda modern şamanlar gibi olduklarına şahit olursunuz.
Gerçekleşmesi rastlantısallık içeren gelişmelerden, olaylar vuku bulduktan sonra kendi işine gelenleri hikayeleştirip, ben bunları öngördüm ve öngörebilirim mesajı vermeye çalışırlar.
Falcıların ardı ardına saydığı ve geniş bir bant aralığını kapsayan (Sarışın mı desem, esmer mi yoksa kumral mı ? 3 gün mü desem, 3 hafta mı yoksa 3 ay mı ?) ifadeler üzerine aldıkları geri bildirimle sanki bir tahmin yapmış izlenimi yaratması gibidir bunların yorumları.
İsabetsiz yüzlerce yorumu bizzat kendileri yapmamış gibi davranırken, isabetli birkaç tane yorumlarını sürekli gündeme taşımaya çalışırlar. Sorulursa, isabetsiz kehanetler için her zaman başka bir açıklama vardır diğer taraftan.
Bilinç düzeyinde zaman kavramına ve dolayısıyla geçmiş ve gelecek farkındalığına sahip bilinen tek türüz.
İnsan olarak gelecek kavramının ortaya koyduğu belirsizlik en çok rahatsız olduğumuz şeyler arasında üst sıralarda yer alıyor. Bu belirsizliği gidermeye yönelik her fırsata gözü kapalı atlıyoruz. Olayın ucunda menfaat varsa üzerine kaymak oluyor doğal olarak.
Gelecek tahmini yapan; üfürükçü, falcı, kahin, medyum, astrolog, spirütüel önder, yatırım gurusu, ekonomi yorumcusu ve benzerleri bu zaaflarımızı istismar ediyorlar.
Yatırım gurularının ve ekonomi yorumcularının akademik ünvanları olması ve/veya bilimsel jargon kullanmaları ne yazık ki tahminlerin bilimsel olmasını sağlamadığı gibi, tahmin gerçekleşme istatistiklerinde anlamlı bir fark yaratmıyor.
Maalesef mevcut algılarımız ve ulaştığımız bilgi seviyesi ile gelecek tahmini yapabilmek mümkün değil.
Hava tahmini gibi bir alanda, süper bilgisayarlar ve çok parametreli karmaşık algoritmalarla, bir haftaya kadar süreler için nispeten yüksek gerçekleşmeli tahminler yapabiliyoruz.
Mamafi, ekonomi için bu tip algoritmalara sahip değiliz. Parametre sayısı ve bunlar arasındaki ilişkilerin karmaşıklığına ek, insan faktörünün modellenmesindeki zorluklar sebebiyle kısa vadede çok da mümkün görünmüyor.
Ayrıca, 3-5 gün gibi kısa vadeli ekonomik tahminlerin, herkesin ulaşabildiği durumlarda, bir fayda sağlaması olası değil. Tahminleri gören ekonomik aktörlerin davranış değişikliğine gitmesi tahminleri sürekli güncellemeyi gerektirdiğinden, tahmin vadesinin daha da kısalması sonucunu yaratıyor ve tahmin yapmayı anlamsız kılıyor.
Bilgisayarların yardımıyla dahi şu aşamada yapılamayan tahminlerin; modelleme ve veri işleme kapasitesi sınırlı, algı hatalarına ve sistemik yanılgılara açık insan beyni tarafından yapılabileceğini düşünmek fazlaca iyimser bir yaklaşım kısaca.
Yapabildiğimiz geçmiş dataya bakıp en kötü nerelere varmış üzerinden, gelecekte nerelere varabilir diyerek en kötü senaryo için tedbir almaktan öteye gidemiyor ki biz buna risk yönetimi diyoruz.
Ya riski yaratan pozisyonu kapatıyor, ya pozisyonu sınırlıyor, ya da risk gerçekleşip zarar ortaya çıktığında telafi edecek tedbirler alıyoruz.
Geçmişin tekrar edeceği varsayımına dayanan bu yaklaşım, siyah kuğu ve dağılımın normal değil mandelbrot olması vb problemleri denklem dışı bıraktığından tam bir koruma söz konusu olmasa da, günümüzde yapılabileceklerin en iyisi bu.
Asıl sıkıntı, geleceği öngörerek riskten korunacağını sananlar veya para kazanacağını umanlar için ortaya çıkıyor.
Risk yönetimi geleceği tahmin etmek değildir. Çünkü gelecek tahmin edilemez.
Benzer şeyler doğasında belirsizlik ve risk barındıran yatırım işi için de geçerlidir.
Görsel : Dirk-Jan Hoek
Ülkeyi son yirmi yıldır yöneten mevcut hükümetin ilk on yıllık döneminde başarılı bir ekonomi yönetimi izlendiği görüşü neredeyse herkes tarafından kabul görüyordu.
Türkiye'nin bu dönemde sağladığı gelişimin ve iyi gidişin başka sebeplerden kaynaklanmış olabileceğini dile getirecek olsanız, muhalifler dahil herkesten gelen sert itirazlarla karşılaşıyordunuz.
Bir psikolog düşünün. Reklamlarında veya hastalarla yaptığı ön görüşmelerde şöyle bir ifade kullanıyor olsun.
"Terapide % 90 başarı !"
"Bizimle terapi yapan her on kişiden dokuzu, bir aylık terapi sonrası, kendilerini daha iyi hissediyor."
Reklamda kullandığı bu ifadeyi destekleyecek müşteri kayıtlarına da sahip olsun. Bu durumda bu psikoloğun terapisi % 90 etkilidir veya % 90 başarı oranına sahiptir diyebilir miyiz ?
Büyük çoğunluk, kanıtlarla desteklenen bir iddia var ortada diyecektir.
Diyelim ki, hiç terapi almayan benzer sayıda ve özellikte bir hasta grubu için bir çalışma gerçekleştirdik. Hastaların % 95'i, sorun yaşadıkları dönem üzerinden geçen bir aylık bir süre sonunda daha iyi hissettiklerini beyan ettiler.
Bu durumda, reklamı yapan psikoloğun gerçek başarı oranının % 90 olduğuna inanmaya devam eder misiniz ?
Cum hoc ergo propter hoc, eşzamanlılık yanılgısı olarak dilimize çevirebileceğimiz bir düşünsel yanılgı.
Kısaca, aynı anda gerçekleşen ve aralarında nedensellik bağı bulunmayan olayların, birbiriyle ilintili olarak algılanması şeklinde açıklanabilir.
Geldiğimiz noktadan geriye dönüp bakanlar halen mevcut yönetimin ilk on yıllık döneminin ekonomik anlamda bir başarı hikayesi olduğunu savunuyor. Peki şimdi neden işler tersine döndü dediğinizde; değiştiler, kadrolarını kaybettiler vs açıklama getiriyorlar.
Bu düşünsel yanılgının adı ise Ex post facto fallacy. Geçmiş olayları sürekli yeniden yorumlayıp, gerçekte nedensellik ilişkisi bulunmayan ardışık veya eşzamanlı olayları ilintili olarak yorumlama yanılgısı. Hindsight bias'in safsata hali.
Yönetimde değişen bir şey yok aslında. Zihniyet ve yönetim aynı.
Değişen başarı ile gerçek nedensellik ilişkisi bulunan sebepler. Dünyadaki ekonomik konjonktür, dijitalleşme, internetin yaygınlaşması, geçmişten gelen iyi eğitilmiş insan kaynağının sağladığı verimlilik artışı, pozitif beklentiler vb.
Değişen, kötü yönetimin olumsuz etkilerini ilk on yılda bertaraf eden asıl sebeplerin bir kısmının tersine dönmüş, bir kısmının ise doyuma ulaşmış olması. Kötü yönetimin gecikmeli yansıyan sonuçlarının artık ötelenememesi.
Reklamların önemli bir kısmı ürünle ilgili değer algısı spekülasyonudur.
Spekülasyon : Yeterli dayanağı ve kanıtı olmayan bir fikri aktaran mesaj.
Bazı reklamlar ise manipülasyondur.
Manipülasyon : Başkalarının algılarını, fikirlerini ve davranışlarını, kişiye hissettirmeden, çeşitli taktiklerle, aldatma yoluyla değiştirme amaçlı aksiyon.
Epistemik kopuş günlerinde yaşıyoruz.
Her neden sorusuna verdiğiniz cevaba, "O neden öyle peki?" sorusuyla karşılık veren çocuğunun sonu gelmez neden sorularından pes edip, "Ben öyle diyorum, ondan..." cevabı vermemiş kimse var mıdır acaba ?
"Nasıl?" ile birlikte "Neden?" sorusu öğrenme ve anlamlandırma faaliyetlerinde kritik bir öneme haiz.
Karar, yargı ve inançlarımız için iyi sebeplere sahip olabilmek, ancak neden sorusu ile ulaşılacak bir gerekçelendirme ile mümkün.
Çocukların ardışık neden sorgulamaları benzeri; sebep arayışımızda her neden sorusunun başka bir neden sorusuna yol açması problemine verilen isim "Epistemik Regresyon Problemi (Epistemic Regress Problem).
Şüpheciler bu problemin dayandığı mantıktan hareketle, sebeplerimizden hiç bir zaman emin olamayacağımızı savunurlar.
Diğerleri ise üç grupta çözüm önerisi getirirler.
1. Temelcilik (Foundationalism): Ardışık neden sorularını sorduğumuz bir kaç seviye sonunda, gerekçelendirmeye ihtiyaç duymadığımız temel bir inanca ulaşırız.
2. Döngüselcilik (Coherentism): Gerekçelendirme doğrusal değildir. Karmaşık bir ağ yapısında olan inaçlarımız doğru bir şekilde ilişkilendirilip tutarlı bir şekilde bağlandığında gerekçelendirme gerçekleşir.
3. Sonsuzculuk (Infinitism): Neden sorgulamasının herhangi bir sonu yoktur. Gerekçelendirme denilen şey zaten böyle bir şeydir.
Epistemolojik kooop, koop, kop...
Birbiriyle çelişen farklı açıklamaları ve kullanımları olan bir kavram epistemokrasi.
Bilgeliğin hükmünden, dağdaki çobanla benim oyum muhabbetine kadar farklı bağlamlarda yorumlanması söz konusu.
Benim yorumum, ütopyam;
"Kararlarında aklı ve nesnel bilgiyi esas alan yöneticilerin ve kurumların devlet gücünü kullandığı ütopik yönetim sistemi"
Teknokrasiye benzetenler olabilir. Farkı, yönetim erkini elinde tutan karar alıcıların teknokrat olması gerekmemesi. Teknokrat olmasalar dahi, aklı ve bilimi merkeze alan karar alıcıların gücü kullandığı sistem.
Bu yönetim sistemi, insanların büyük çoğunluğunun aklı ve bilimi kendi hayatlarında merkeze alması ile gerçekleşebileceğinden, bir ütopya.
O gün gelene kadar; heteredoks yaklaşım, epistemolojik bir kopuş, nöröekonomi vs devam.
Peter Drucker'ın "Kültür stratejiyi kahvaltı olarak yer" ifadesini paylaşıyor birileri.
Diğerleri inanan ekiplerin her daim ikna olanlara üstün geleceğinden bahsediyor.
Realitede haklılar. Ülkemizde ve dünyada, tarihte ve günümüzde, her ölçekte insan topluluklarında gördük ve görüyoruz örneklerini.
Sorgulama, hikayede anlatılan kimliği satın al, sürüye dahil ol ve rahat et demek istiyorlar.
Lider ve yöneticilere ise, hikayende anlatacağın kimliğe odaklan ve insanları bu hikayeye inandırmaya çalış; hikayenin ne olduğunun çok önemi yok mesajı verilmeye çalışılıyor.
Bir üçüncü yol var aslında. Rasyonel hikaye, yani stratejik kültür. Sorgulayanların dahi itiraz edemeyeceği.
İsteyen inansın, isteyen ikna olsun...
Eleştirel düşünme üzerine harcadığım onca mesai sonrası ulaştığım yargının özeti;
1. Toplumun ortalama %20'si eleştirel düşünebilme becerisi kazanabilir.
2. Bu % 20'nin % 90'ı da bir zorlama olmaz ise bu beceriyi kazanmak ve kullanmak istemez.
3. Bu durumda toplumun veya daha küçük ölçekteki grupların (kurumsal/sosyal) olumlu yönde değişimi için başka bir yöntem gerekir.
4. Toplumun büyük çoğunluğu kendilerine biçtikleri kimlikler çerçevesinde otomatik karar ve yargılara varır.
5. Kimlik denilen şey kültürün bir sonucudur.
6. O halde akla ve bilime ters düşmeyen değerleri içeren bir kültür empoze ederek, insanların sorgulamadan da, otomatik olarak akıl ve bilime paralel yargı ve kararlara varması sağlanabilir.
7. Kültür stratejiyi kahvaltı olarak yer paylaşımının ve 'Rasyonel hikaye, stratejik kültür' yargısının arka plan detay açıklaması budur.
İnsan vücudunun olağanüstü mekanizmasına hayran olmamak mümkün değil. Sık duyduğumuz bir ifade bu. Peki gerçekten de o kadar mükemmel bir yapı mı acaba ?
Hayatı uzatmak ve yaşam kalitemizi artırmak için milyarlarca dolarlık araştırma ve yatırım söz konusu.
Sağlıklı bir 10 yıl daha vereceğini garanti eden bir çözüm bulunsa, bu çözüm için insanlar servetlerinin önemli bir kısmını ödemeye razı olurlar sanırım.
Mükemmel vücudumuz günlük yenilenme ve tamir süreci için günün üçte birine ihtiyaç duyuyor.
Ortalama 80 yıl ile sınırlı hayatımızın yaklaşık 26-27 yılını uyuyarak geçiriyoruz.
Vücudumuzun günlük yenilenme ve tamir sürecindeki verimi iki katına çıkarabilsek, yani 8 saat yerine 4 saatte bu işi halledebilsek, yaşamı yaklaşık 13 yıl uzatmış oluruz.
Tıpta ve sağlıklı yaşam konusunda sağlanan büyük gelişmelerle karşılaştırıldığında, bu alanın boş kalmış olması garip.
Vücudumuzun mükemmeliği konusuna geri dönecek olursak; enerji üretimi, yenileme materyallerinin temini ve atıklardan kurtulma süreci de pek mükemmel durmuyor.
Günde üç defa bir sürü şey yiyip, içip; bunları enerji ve gerekli materyallere dönüştürüp, ortaya çıkan atıklardan kurtulmak için bir sürü zaman, efor ve kaynak harcıyoruz.
Burada da gelişim alanları da olabilir mi acaba ?
Uyku konusunda büyük bir pazar söz konusu gibi geliyor bana.
Yasal ve yasal olmayan, uyarıcı, uyku giderici/geciktirici pazarı var.
Kahve, çay, kola, guarana, red bull, yeşil çay pazarı yasal taraf.
Amfetamin benzeri yasaklı maddeler pazarı yasal olmayan pazar.
İnsanlar uyanık kalmak veya uykudan kaçınmak için zaten milyarlar harcıyor.
İnsanların daha az uyuması kapitalist sistemin de işine gelir. İnsanların çalışacak ve para harcayacak daha fazla zamanı olması, sistemin arzulayacağı bir durum.
Peki neden bir gelişim olmamış bugüne kadar sorusunun cevabı teknik olabilir. Yapamadıkları için büyük ihtimal.
Gen terapisi bu konuda da umut vadedebilir. Genlere yapılacak bir müdahale ile daha az uyuyarak yenilenen ve kendini tamir eden yeni bir nesil ilginç olur.
Görsel : White Wolf, the Chippewa Indian Chief, also known as Kaa-be-naag-wii-wlss, sometimes called by his Anglo name of John Smith.
İnsan aklının garipliğinin sınırı yok sanırım.
Bir tarafta, rasyonelite anlamında absürd olmakla birlikte, 'E madem onlar öyle düşünüyor ve istiyorlar...olabilir..' diyebileceğiniz gariplikler.
Diğer tarafta, tercih veya istekle dahi açıklamakta zorlanacağınız gariplikler.
Örneğin, neden olimpik sporlar arasında 3 adım atlama diye bir dal var ?
Uzun atlama tamam. Yüksek atlama okey. Sırıkla atlamaya da eyvallah. Neden 3 adım ?
Neden 2 adım veya 4 adım değil ? 5 ya da 10 adım atlama neden olmamış ?
Dereyi geçerken en verimli geçişi sağlayacak teknik mi acaba 3 adım ?
Ya da savaş alanında kılıç veya mızrakla gerçekleştirilen bir saldırı taktiğinde kullanımı olabilir mi 3 adım atlamanın ?
Veya bazı şeyleri sorgulamadan doğru kabul edip, üzerine bir şeyler inşa etmenin sonucu mu acaba ?
Antik olimpiyatlara ilişkin tarihi metinlerde 15 metrelik uzun atlama mesafelerinden bahsedildiğini gören spor tarihçileri, bunun ancak 3 adım ile mümkün olduğunu düşünmüşler. Böylece modern olimpiyatlarda 3 adım atlama diye bir dal icat edilmiş benim anladığım.
Sosyal medyada dile getirilen aforizmalara veya avcı sohbetlerinde anlatılan av hikayelerine benzer; tarihte birisinin olimpiyat oyunlarına ilişkin üfürdüğü hikayeyi baz almanın bir sonucu gibi görünüyor 3 adım atlama spor dalı.
En azından ben daha tutarlı bir açıklama getiremedim yaptığım araştırmalar sonucunda.
Delinin biri bir kuyuya taş atmış, yüzlercesi 3 adım atlama yapmış, milyonlarcası da neden 3 diye sormadan seyretmiş.
Akıl yürütmede görüşünüzü hangi bağlam üzerine inşa ettiğiniz önemli. Sorgulamadığınız bağlam sebebiyle, etkili akıl yürütme süreciniz dahi garip sonuçlar verebilir.
Yani, yanlış bağlam üzerine akıl yürüterek doğru sonuç almayı beklemek, tekeden süt çıkarmayı ummak gibi bir şey olsa gerek.