Benim doğrularım diye bir şey yok.
Doğru senin doğrun olmadığında da doğru.
Bana göre yanlış diye bir şey de yok. Yanlış senin keyfine bırakılan bir tercih alanı değil.
Böyle giriş yapınca itici geldi değil mi ?
Düşünce özgürlüğü, bireysellik felan, filan...
Görüş, karar ve yargılarımız konu olduğunda, hepimiz bir miktar kafa karışıklığı yaşıyoruz.
Doğru ve yanlış tanılamasını işimize geldiği gibi kullanıyoruz.
Kanıtlar görüşümüz lehinde ise, "doğru" ve "yanlış" ifadelerini kalın harflerle ve yüksek sesle kullanmaktan çekinmiyoruz.
Karşıt görüş lehine kanıtlar sunulduğunda ise "benim doğrum", "bana göre yanlış" tanımları arkasında kaçamak güreşiyoruz çoğunlukla.
Konuyu netleştirmek adına, iddialar ekseninin nesnel (objective claim) ve öznel (subjective claim) iki ucundan bahsetmek gerek.
Öznel iddia (subjective claim), özneye bağlı olarak değişiklik gösteren; duygu, değer, tercih, zevk ve yargıların işin içinde olduğu alan olarak tanımlanabilir.
Nesnel iddia (objective claim) diğer taraftan, gerçeklikle ilgili konuları kapsar. Gerçeklikle ilgili olması, gerçek olduğu anlamı taşımaz. Doğru veya yanlış değeri alabilir. Yanlış değeri aldığında gerçek olmadığı anlamı taşır.
Oh çok güzel ! Olay çözüldü o zaman.
Zevklerle renkler tartışılmaz... Gerçeklik de bilimin ilgi alanı...
Eleştirel düşünmeye ve rasyonelliğe çok da gerek yok o halde ?
Aksine, öznellik/nesnellik ekseninin bu iki ucu, düşünsel faaliyetlerimizin çok küçük bir bölümünü oluşturuyor aslen.
Akıl yürütme faaliyetlerimizin çoğunluğu bu iki uç arasındaki alanda gerçekleşiyor.
Bu alan, ne tam nesnel gerçekliğin ne tam kişisel tercihlerin alanı.
Yani, ne gerçeklikle ilgili kesin doğru veya yanlışlar var bu alanda; ne benim tercihim benim kararım diye basitleştirilebilecek iddiaların oyun alanı burası.
Örgün eğitim ve siyaset bu ara alanı şekillendirmeye çalışır tüm dünyada.
Eğitim müfredatı bu anlamda önemlidir. Nesnel gerçeklikle ilgili temel bilimlere ilişkin ders saatleri ve içerik azaltılırken, dünya görüşü ve ideoloji içerikli ders saatleri artırılır.
Egemen ve yönetici sınıfın dünya görüşü ve ideolojisi, örgün eğitimden başlayarak, nesnel gerçeklikmiş gibi benimsetilmeye çalışılır.
Sonra ortalıkta, fanatik takım taraftarı gibi, kendisine ezberletilenleri; "benim doğrularım", "bana göre yanlış", "benim tercihim benim kararım" diye diye savunan tipleri görürsünüz.
Sorgulamaya kalktığınızda ise, "katılmayabilirsin ama saygı göster" tepkisiyle karşılaşırsınız.
LLM AI bilişsel anlamda bir düşünme faaliyetinde bulunmuyor. Bağlamı belirledikten sonra, her bir kelime sonrası bir sonraki gelecek kelimeyi frekansı yüksek olanlar arasından belirleyen istatistiki modeller bunlar.
Böyle söyleyince sanki küçümsüyormuşum gibi bir durum ortaya çıkabilir. Pek öyle değil.
Aslında insan beyninin (hızlı beyin) faaliyeti de bu şekilde. Otomatik beyin ezber ve kalıplar üzerinden çalışıyor. Yani çoğunluğun yaptığını taklit ediyor LLM AI.
O yüzden karşımızda insan varmış izlenimi ediniyoruz. O yüzden mantıksal çıkarımlar ve muhakeme konusunda bazı eksikleri var şeklinde çokça yorum okuyoruz.
En son ChatGPTo sürümüne bir de duygusal zeka sosu eklemişler ve tam insan olmuş.
Eleştirel düşünme yetkinliğine sahip küçük bir azınlık dışındaki insanlarla aynı şeyi yapıyor. Makina olduğundan ezber avantajı ile.
Bir sonraki aşama, eleştirel düşünme becerileri eklemek olabilir. Fakat bu yapıldığında çok hoş algılanmayacak ve ticari karşılığı olmayacak kanımca.
Lafın özü, eleştirel düşünebilen bir AI için daha uzun süre beklemek gerekebilir.
ChatGPT olmuş.
Neredeyse insan özellikleri sergiliyor. Çirkefleşmemesi hariç ki, bu iyi bir özellik.
İnsan özellikleri derken, benim deneyimimde hemen kıvırmaya başladı. Öğreniyor da diyebiliriz.
Eleştirel düşünme konusunda yetişkinlere yönelik bir eğitim dizayn etmek istediğimi söyledim. Bir öneri ile geldi.
Uygulamalı çalışma ve etkinlikler başlığı altında, simülasyon ve rol oynama ile ilgili örnek istedim. Örnekleri sıraladı.
Sıraladığı örneklerden etik ikilem simülasyonunun optimum çözümünü vermesini istedim. Temelde bütün yükü çalışanlara çıkardı.
Kar olduğunda kaymağı sermayedarların yediği, zarar oluştuğunda ise yükü çalışanların üstlenmesi gerektiği önerisindeki asimetriye vurgu yaptım. Hafif kıvırarak sermayedarlar az kar payı alsın veya almasın dedi.
Bu önerinin de çelişki içerdiği, daha önceki yıllarda almış oldukları kar paylarından karşılamalarının daha adil olup olmadığını sordum.
Sonunda anlaştık gibi. Ancak, ChatGPT'nin de çok adil olmadığı izlenimi edindim şahsen.
Google'dan herkesin kendi işine gelen bilgiyi cımbızlayıp bulması gibi, ChatGPT'yi de herkesin istediğini alabileceği bir yapıya kavuşturmuşlar. Yani değişen çok bir şey yok.
Sohbetimizin detayına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.
https://chat.openai.com/share/7c56f6ed-6230-4388-827c-40d556e3a4c9
Enflasyon kelimesi, karşılıksız para basmak ile özdeşleştirilen bir kavram.
Batı Avrupada, keşifler çağında altın parada enflasyon yaşandığını söylesem, çoğu kimse "Nasıl yani?" diyecek ve anlamakta zorlanacaktır
16. yy ikinci yarısı ve 17. yy ilk yarısında gerçekleşen ve "Price Revolution" olarak adlandırılan bir ekonomik olaylar dizisi bahsettiğim.
Altın ve gümüş paraların içeriğindeki miktarlarda değişim olmamasına rağmen (debasement), sıra dışı bir şekilde yüksek enflasyon yaşanıyor Batı Avrupada.
Amerikanın keşfiyle birlikte, Meksika, Peru, Bolivya ve diğer İspanyol kolonilerinden Batı Avrupaya yoğun bir altın ve gümüş akışı başlıyor.
Bu ilk planda İspanyol İmparatorluğu ve müttefiki Habsburg İmparatorluğunda enflasyon yaşanmasına sebep oluyor.
İspanyol İmparatorluğunda oluşan bu satınalma gücü fazlalığı, ödemeler dengesinde oluşan açıkla birlikte Batı Avrupadaki diğer ülkelere de transfer ediliyor.
Fransız ve İngilizlerin organize korsanlık faaliyetleri de bu transferin diğer bir ayağını oluşturuyor.
Sonuçta, yeni kıtadan eski kıtaya getirilen altın ve gümüş miktarındaki artış, yüz yıllık bir sıra dışı yüksek enflasyon döneminin yaşanmasına sebep oluyor.
Lafın özü, toplam zenginliğin ifadesi satın alma gücünü, üretimi artırmadan artırdığın anda ürün fiyatları artacak, bu da enflasyonla sonuçlanacaktır.
Bunu, ister para basarak, ister bankalara kredi verdirerek, ister kripto paralar gibi yeni satın alma gücü yaratmaya çalışarak, ister borsada hisse fiyatlarını suni şekilde şişirerek yap. Sonuç değişmeyecektir.
Yani zenginleşmek için üretmekten başka çare yok.
Olay seçim özgürlüğünün olup olmadığı değil, seçenekler havuzunun ne olduğu.
Seçim özgürlüğün olduğu illüzyonu ile gönüllü köleliği mecbur bırakılıyoruz.
Risk alarak, seçenek havuzu geniş ayrıcalıklı azınlığa dahil olabileceğimiz güzellemeleri eşliğinde.
Entrepreneurship !!!
Hikayeleştirmenin ne kadar etkili olduğunu, "Hesabınız terör örgütü tarafından kullanılıyor..." dolandırıcılıklarında görürüz.
Priming, framing, authorithy bias hep birlikte bilişsel beyni devre dışı bırakır. Koca koca profesörler hızlı (otomatik) beyinlerinin kurbanı olurlar.
Bilişsel beyin ciddidir. Bilişsel bir aktiviteye başladığınızda kaşlar çatılır, yüz ifadeniz ciddileşir.
Hatta ucu ileri bakan bir kalemi ağzınızda tutup yanaklarınızı şişirdiğinizde, bilişsel aktivitelerde zorlandığınızı görürsünüz.
Birilerini ikna etmek veya bir şeyler satmak istiyorsanız onları güldürün.
Gülüp eğlenirken, bilişsel beyni devreye almak zorlaşacağından işiniz kolaylaşır.
Sorgulayan insanların mutsuz olması, en azından öyle gözükmeleri aslında bu sebepten. Bilişsel beyin mutsuz, otomatik beyin mutlu bir görüntü verir.
Zen budizminin temel felsefesi olan "Aklına ilk gelen doğrudur..."; aslen bilişsel (yavaş) beynini bir kenara bırak, sezgisel (hızlı) beyninle devam et diyor. "Sorgulamazsan mutlusun"u onlar da bulmuşlar.
Eğitimin ezberci olması otomatik (hızlı) beyini şekillendirme amaçlı. Bilişsel (yavaş) beyni aktive eden bir eğitim sistemi, egemen sınıfın istediği formatta prototipler üretmeyebilir. Riskli
Uzman sezgisi ve sezgisel düşünme aynı şeyler değil. İnsan herşeyin uzmanı olamayacağından, uzman sezgisindeki başarılı sonuçların sezgisel düşünce için kanıt gösterilmesi doğru değil.
Hikayeler “priming effect” ve “framing effect” sebebiyle etkilidir.
Diğer yandan, priming ve framing anadiliniz dışındaki dillerde çok çalışmaz.
Çünkü otomatik işleme çok daha azdır; yabancı dilde dinlenen hikayelerde. Daha fazla bilişsel aktivite gerektirir beyinde.
İnsanların alkol etkisinde yabancı dilde akıcılaşması da bu yüzdendir.
Alkol asıl kontrol mekanizmasını sağlayan bilişsel beyni devre dışı bırakır.
İlk randevunuzun stresli ve tutuk geçen ilk bölümünün aksine, iki kadeh sonrası dilinizin çözülmesi de bu sebepledir. Kontrollü ve hesaplı şeyler söylemeye çalışan bilişsel beyninizi bypass ederek beyninizin otomatik işlem merkezini devreye sokar alkol.
İyi veya kötü, alkol masasında sorunların çözümü de bundan kaynaklanır.
Priming ve framing erken yaşlarda çok etkin değildir. Çocuk büyüdükçe etkileri artar.
Küçük yaşlarda olasılıksal düşünme ön plandadır. Büyüdükçe niceliksel yerine niteliksel karar verme artar. Yani bilişsel (yavaş) beyin yerine sezgisel (hızlı) beyin kullanımı ön plana çıkar.
Bu da algılanan niteliğin yanıltıcı olabilmesi sebebiyle kararları zaman zaman irrasyonel yapar.
Çocukların yaratıcı olması ve kalıplar dışında düşünmesi, aslen otomatik beyindeki kalıpların henüz tam oluşmaması sebebiyledir. Aslen yaratıcılık beynin kalıplarla çalışan sezgisel/hızlı bölümünden çıkmaz. Yavaş/bilişsel bölümünün faaliyetinin bir sonucudur.
Priming ve framing hakkında daha önce yaptığım bir paylaşım.
Bilişsel beyin ve otomatik beyin konusunda ise Daniel Kahneman’ın “Hızlı ve Yavaş Düşünme” kitabı oldukça güzel bir kaynak.
Neanderthaller ölüleri için cenaze töreni düzenliyorlar mıydı ?
Çiçeklerle bezedikleri zemin üzerinde mi son yolculuğuna uğurluyorlardı sevdiklerini ?
Yoksa dini ritüeller insana mahsus olmayıp, neanderthal kuzenlerimizden kopya olabilir mi ?
Berrak düşünebilmenin önündeki en büyük engellerden biri "Hikayeleştirme".
Sadece diğerlerini manipüle ederek çıkar elde etme amaçlı kullanımını da kastetmiyorum.
Kendimizi kandırmanın en önemli müsebbiplerinden kendisi.
Netflix'deki "Neanderthallerin Sırları" belgeselini seyrettim geçen.
Neandertaller hakkında birşeyler aktarmaktan çok; hikayeleştirmenin gerçeği görebilmenin önünde nasıl bir engel oluşturduğuna ilişkin ek bir örnek sundu bana.
1950'li yıllarda, kazı alanında iskelet kalıntıları ile birlikte bulunan 7 farklı türde polen sebebiyle bir hikaye oluşturuluyor ekip başkanı tarafından.
Bir mağarada bu kadar yoğun polen bulunması doğal bir oluşum değil. O halde çiçeklerle bezeli bir cenaze ritüeli söz konusu.
Yakın akrabalarımızın 75.000 yıl önce cenaze töreni düzenliyor ve törende çiçek kullanıyor olmaları ilk başta çok ses getiren bir keşif oluyor doğal olarak.
Neanderthal kuzenlerin elinde mızrak belinde yaprak ama cenazeyi çiçeklerle süsleyecek incelikte bir kültürel koda sahipler. İlginç...
Ya kardeşim; yiyecek, silah, kürk vs koysalar ölünün yanına bir nebze anlaşılır da, çiçek ne ?
Neanderthaller temel ihtiyaçlarla ilgili tüm sorunlarını çözdü de, estetik arayışına girebildikleri bir kültürel boyuta mı geçmişlerdi ?
Herneyse, birileri de bu şekilde düşünmüş olacak ki, bu buluş çok sayıda eleştiriye konu olmuş sonrasında.
Son bulgular ve araştırmalar başkaca hikayelerin daha yüksek olasılıklara sahip olduğuna işaret ediyor.
Aşağıdaki linkten eski ve yeni hikayelerle ilgili açıklamalara ulaşmak mümkün.
https://www.livescience.com/archaeology/famous-neanderthal-flower-burial-debunked-because-pollen-was-left-by-burrowing-bees
Başarı çok çalışmanın veya sevdiğin işi yapmanın sonucu değildir.
Ya da yetenekli olmanın veya iyi eğitim almanın da.
Veya çevik hareket etmenin yahut sabırlı olmanın da.
Başarı, sistemi iyi anlayıp, menfaatlerin/hedeflerin çerçevesinde kendini doğru pozisyonda konumlandırmaktan geçer.
Bu bazen, diğerlerine göre daha yetenekli olduğun bir ortamda bulunmaktır.
Bazen iyi eğitim almak veya çok çalışmaktır.
Bazen de hızlı olmak ya da yeterince beklemek olabilir.
Bunların en üzerinde ise vicdanın ve ahlakın biraz gevşek olması vardır.
Başarısızlığın en büyük sebebi ise sistemi anlayamamak değildir.
Sistemin çirkinliklerini reddetmektir. Çirkinliklere dahil olmayı bünyenin kabul etmemesidir.
Rasyonel akıl yürütme araçlarından bir diğeri Hume Giyotini.
Kısaca olması gerekenin, doğrudan olanlardan ve/veya sonuçlarından çıkarılamayacağı olarak açıklanabilecek bir araç.
Olan ile olması gereken arasında doğrudan bir bağ olmadığına, olması gereken için başkaca önermeler gereğine vurgu yapan bir araç.
Anektodlar veya kişisel deneyimler üzerinden ahkam kesen, saçmalayanlar için kullanılabilecek bir budama tekniği.
"Steve Jobs, Bill Gates, Mark Zuckerberg, Acun Ilıcalı, Nusret... hepsi okulu bırakıp zengin/başarılı oldular. Eğitim çok da gerekli değil."
"Kamuda işe girenlerin ve kamudan iş alanların tamamının dayısı var. Ahbap çavuş bürokrasisi devletin işleyişi için elzem bir mekanizma."
Yukarıdaki iki paragraftaki akıl yürütmelerin, bu aracın kulanımına ilişkin örnek saçmalamalar olduğunu belirtmeyecek olsam, bu yazıyı okuyanlar içerisinden dahi, bu çıkarımları benimseyenler olacaktır.
Gözlem (Descriptive) - Ahkam (Normative) argümanlar üzerine daha önce yazmış olduğum bir yazının linkini aşağıya bırakıyorum.
https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/102-ahkam-gozlem
Ben şahsen bu aracı, bazılarının Hume'un hedeflediğini iddia ettiği ahlak çıkarımlarını test etmek için kullanmıyorum.
Yani bu araç, benim etik ve erdemli olanı test ederken kullandığım bir araç değil. Daha genel amaçlı bir saçmalama dedektörü.
Gerçekçi ve pragmatist olmak, başka bir ifade ile araçsal rasyonellik (instrumental rationality) burada ifade ettiklerim ile çelişen bir konu değil.
Özünde, hedeflerinize ulaşmak için doğru yöntemleri belirleyip, uygulamak olan araçsal rasyonellik hakkında daha önce hazırlamış olduğum video linkini aşağıya bırakıyorum..
https://youtu.be/WtenmyCGbTA?si=QIjhkkw5SfYbiOoX
İngilizce "Philosophical Razor" (Felsefi Ustura) olarak geçen ve daha önce birkaç farklı çeşidini paylaştığım düşünsel araçlardan bir diğeri "Hitchens' Razor".
Kısaca, "Kanıt olmadan öne sürülen şey, kanıt olmadan da reddedilebilir." olarak ifade edilebilecek bir felsefi budama tekniği.
Hukuktaki "Müddei iddiasını ispatla mükelleftir" temel yaklaşımının gündelik hayat versiyonu gibi düşünülebilir.
Brandolini Yasasında tanımlanan karın ağrısından kurtulmak için faydalı bir araçtır.
Brandolini Yasası (Bullshit Asymmetry) der ki; "Saçmalığı çürütmek için gereken enerji miktarı, saçmalığı üretenin harcadığı enerji miktarından daha yüksektir".
"Delinin biri bir kuyuya taş atmış, kırk akıllı çıkaramamış" atasözü ile yaşadığımız coğrafyada tanımlanmış bir olgudur.
Kişisel gelişim guruları, başarı tarikatı üstadları, komplo teorisyenleri, influencerlar ve benzerlerince üretilen saçmalıkların neredeyse tamamına uygulanabilecek felsefi tıraş, Hitchen'ın Usturası.
Örneğin;
1) Ülkenin altı petrol kaynıyor. Lozan anlaşmasının bittiği 2023 yılına kadar çıkaramıyoruz. Hitchen Tıraşı... Buda gitsin.
2) Avrupa, hatta tüm dünya bizi kıskanıyor. Hitchen Tıraşı... Buda gitsin.
3) Yeterince istersen başarırsın. Hitchen Tıraşı...Buda gitsin.
4) Lider olunmaz, lider doğulur. Hitchen Tıraşı...Buda gitsin.