Super User

Super User

 

 

-“Bizde öyle bir bilgi yok…”

 

-“Hiç mi yok ?”

 

-“Yok…. Biraz var…”

 

‘Varlığına ilişkin kanıt olmamasının, yokluğun kanıtı olduğu’ çıkarımı olarak ifade edilebilecek bir safsata/yanılgı türü.

 

Onbeşinci yüzyıl Avrupasında;

 

I.           “Bugüne kadar Atlas Okyanusunda batıya doğru yaptığımız seyirlerde, bilinen birkaç ada dışında herhangi bir büyük kara parçasına rastlamadık.”

 

şeklinde açıklamalar yapıldığını düşünün. İnsanlar bir süre sonra bunu;

 

II.         “Atlas Okyanusunun batısında herhangi bir kara parçası olmadığı kanıtlandı.”

 

olarak hatırlayacaklardır.

 

İnsan beyni yukarıdaki iki ifadenin birbirinden farklı olmadığını düşünmeye meyillidir.

 

Aslen bunun da üzerinde bir hatalı akıl yürütme biçimi, Round Trip Fallacy.

 

Örneğin batı ülkelerinde şöyle bir çıkarım söz konusu.

 

I.           ‘Neredeyse teröristlerin tamamı Müslümandır.’

 

II.         ‘Neredeyse bütün Müslümanlar teröristtir’

 

Batı ülkelerinin yaşadığı/algıladığı terör olayları için birinci ifade doğru olabilir. Ancak, bir süre sonra insanlar ikinci ifadeyi ilki yerine kullanmaya meyil gösterirler. İkisi arasında çok büyük farklılık bulunmasına rağmen.

 

Benzer bir hatalı akıl yürütme biçiminin, İBB ile ilgili müfettiş soruşturmasının gerekçesinde olması kuvvetle muhtemel.

 

Bu hatalı akıl yürütme biçimi için diğer bazı örnekler.

 

“Ben X partililerin büyük çoğunluğu aptaldır demedim. Ama aptalların büyük çoğunluğu X partili…”

 

“Ben size başarı her zaman yetenek/beceri ile ilgili değildir dedim. Siz başarı şanstır dediğimi ima ediyorsunuz.”

 

Not : Örneklerin bir kısmı, Nassim Taleb’in Siyah Kuğu kitabından alınmıştır.

Cuma, 24 Aralık 2021 08:33

BAŞKALARI ADINA KARAR ALANLAR

 

 

Sadece bizi etkileyen kararlar dışında, başkalarını etkileyen kararlar almamız da söz konusu.

 

Liderler/yöneticiler, meslek profesyonelleri, politikacılar vb konumda yer alanlar sıklıkla başkalarını ilgilendiren kararlar vermek durumunda kalırlar.

 

Görselde, bir tıp hekiminin hastası ile ilgili vereceği karara ilişkin bazı detayları sıraladım.

 

Örnek durumda tedavi için üç farklı ilaç alternatifi mevcut. Başarı şansı % 95 ile en yüksek ilaç 1 no’lu alternatif.

 

Karar sonucundan faydalanacak hasta açısından düşünüldüğünde hekimin 1 no’lu ilaç yönünde karar vermesi gerekir.

 

Diğer taraftan ilacın ödemesini yapacak olan sigorta şirketi 1 no’lu ilacı ödememektedir. Kalan iki seçenekten, % 85 başarı şansı ile daha iyi olanı 2 no’lu ilaçtır.

 

Yine hasta açısından düşünüldüğünde, hekimin 2 no’lu ilacı reçete etmesi beklenir.

 

Ancak, 3 no’lu ilacın pazarlamasını yapan şirket, ilacı reçete eden hekimlere hoş promosyonlar sağlamaktadır. 2 no’lu ilaç için herhangi bir promosyon söz konusu değildir.

 

Sizce hekim hangi ilaç ile ilgili karar alacaktır ?

 

Alınan kararlarla ilgili 3 tarafın varlığından bahsedilebilir.

 

1)  Karardan faydalanan/ürünü kullanacak olan

2)  Karar alan

3)  Kararın bedelini ödeyen/kararı onaylayan

 

Bu üç tarafın tek kişi olduğu durumlarda karar mekanizması nispeten basit olarak değerlendirilebilir.

 

Zaman zaman bu 3 tarafın 2 farklı kişi, örnektekine benzer bazı durumlarda ise 3 farklı kişi/grup olması söz konusu olabilmektedir.

 

Kurumsal eğitim kararlarında da benzer bir durumdan bahsedilebilir.

 

1)  Ürünü Kullanacak Olan : Eğitime Katılacak Kurum Personeli

2)  Karar Veren : Eğitim/İnsan Kaynakları Profesyoneli

3)  Onay Veren/Ödeyen : Üst Yönetim

 

Kararların başarısı, ürünü kullanacak olan tarafın faydasının öncelik olarak belirlenmesi ile doğru orantılıdır.

 

Politik karar alıcı aktörler için de benzer bir durumdan bahsetmek mümkündür.

 

Ülkemizde alınan politik kararları, karardan faydalanacak grubun mu (halk), yoksa kararı veren grubun mu (politikacılar) çıkarlarının gözetildiğine bakarak yorumlamak mümkündür.  

 

 

 

 

‘Dunning-Kruger Sendromu’ artık popülerliğini kaybetmesine rağmen, yeni denk gelenler için bir “AHHAAA….” anı yaratması sebebiyle ara ara tekrar paylaşımlarını görüyor olmamız olası.

 

Paylaşanlar olarak doğaldır ki, x ekseninde sağ tarafta bir yerlerde değerlendiriyoruz kendimizi.

 

Peki, Dunning-Kruger eğrisinde değişim yaratmak  mümkün mü ? Çok sayıda insanın ‘Metacognition’ kavramı hakkında bilgi sahibi olması halinde olası gözüküyor.

 

Metacognition, kavramın mucidi John H. Flavell tarafından; kişinin kendi bilişsel süreçleri hakkında bilgi sahibi olması ve bu bilgiyi kendi bilişsel süreçlerini kontrol etmek için kullanması olarak tanımlanmış.

 

Bir anlamda kişinin ne bildiğinin ve ne bilmediğinin bilincinde olması.

 

Ek olarak, bilmeyle ve öğrenmeyle ilgili kendi sınırlarının ve potansiyelinin farkındalığı.

 

Veriyi anlamlandırma ve bilgiyi hafızadan geri çağırma konusunda kendi kişisel özelliklerini ve tercihlerini belirleyebilmesi.

 

Örneğin, sürekli erteleme sorunundan muzdarip bir kimse, erteleme davranışının arka planındaki düşünsel süreçlerinin farkına varabilirse, bu sorunun üstesinden gelme konusunda etkili yöntemler geliştirebilir.

 

Öğrenme sürecinizin arka planında vuku bulan düşünsel süreçler ile ilgili farkındalık sahibi olabilirseniz, etkin öğrenme önünde engel oluşturan düşünsel süreçleri yönlendirmek veya daha etkili düşünsel süreçlere odaklanmak mümkün olabilir.

 

Kendi düşünsel süreçlerimizi bilmek, problem çözme, karar alma, yaratıcı fikir geliştirme benzeri farklı alanlarda zorlukla karşılaştığımızda; analitik düşünme, hızlı karar alma, sezgisel düşünme, yaratıcı düşünme, stratejik düşünme ve rasyonel düşünme modlarından uygun olan birisine geçiş yapacak şekilde düşünsel süreçlerimizi düzenleme imkanı sağlayabilir.  

 

 

 

 

 

Etnik, cinsiyet, cinsel tercih ve dini inanç merkezli ayrımcılıklara ek olarak gül gibi yeni bir ayrımcılık çeşidi yeşeriyor. Genç/yaşlı ayrımcılığı.

 

İşe alım uygulamalarında yaşanan örneklerini son dönemde konu ile ilgili Linkedin paylaşımlarının artan sıklığından görebiliyoruz.

 

Geçen denk geldiğim bir işe alım paylaşımında, paylaşım sahibi tarafından açık ve net ortaya koyuluyordu.

 

Start up kurucusu genç girişimcimiz, yaşlı amcaların start up eko sistemine iş başvurusunda bulunmasını garip/uygunsuz olarak değerlendiriyordu.

 

Üzerine bugün ülkenin geldiği durumun sorumlusunun yaşlı insanlar olduğunu dillendiriyordu.

 

Teknik/mantık olarak yanlış değil. Bugünün gençlerinin geçmişte yapılanların sorumlusu görmek mantığa ters. Doğal olarak bugün olumsuz bir resim varsa, bunun kısmen sorumlusu yaptıkları veya yapmadıkları ile bugün yaşlı grubundaki insanlar.

 

Diğer taraftan, bu insanlar geçmişte yaşlı değillerdi. Kendi gençlik dönemlerinde bugünün gençleri gibi onlar da durumu beğenmeyip, kendinden önceki nesilleri yeterince iyi performans göstermedikleri için suçluyorlardı. Örtük veya alenen.

 

20-30 sene sonra yeni gelen nesil bugünün gençlerini suçlayacak ve beğenmeyecek.

 

Z kuşağı güzellemelerinin de mevcut durumu pompalama yönünde etkileri olduğunu düşünüyorum.

 

Bu beğenmeme durumu, yeni gelen neslin bir öncekinden daha iyi olduğunun veya olacağının garantisi değil. Neslin iyi olup olmaması ise, ortaya nasıl bir sonuç çıkacağının tek belirleyicisi değil.

 

Ek olarak, her neslin içerisinde vasatlara ek olarak, iyi ve çok iyiler oldu ve olacak.

 

İyi bir girişimci, kafasındaki kalıplardan, sterotiplerden ve önyargılardan kurtularak; potansiyel insan kaynağı içerisinden en nitelikli/uygun olanları seçebilen ve onları vizyonu doğrultusunda çalışmaya ikna edebilendir.

 

‘Unconscious Bias’, bir kişinin ait olduğu grup sebebiyle, sahip olmadığı özelliklerin varmış gibi değerlendirilmesi ve/veya sahip oldukları özelliklerin göz ardı edilmesi şeklinde ortaya çıkan bir düşünsel yanılgı.

 

Adından anlaşılabileceği üzere çoğunlukla otomatik ve farkında olmadan ortaya çıkan bir durum. Sterotipler bu yanılgının temel kaynağı.

 

Aslen sterotipler işimizi kolaylaştıran sosyal kısa yollar. Sosyal çevremiz ile ilgili fazla zihinsel efor sarf etmeden hızlı bir şekilde karar almamıza yarıyor.

 

Diğer taraftan, önyargıların ve ayrımcılığın temeli de burada atılıyor.

 

Kontrol ihtiyacı duyanların, yeterli zihinsel kapasiteye sahip olmayanların ve sosyal çevresiyle ilgili kararlar alırken zihinsel kapasitesini başka alanlarda kullanmak zorunda kalanların sterotiplere daha fazla başvurduğu gözlemlenmiş.

 

Unconscious bias, grup içi ve dışında farklı çalışıyor. Diğer grup üyelerinin birbirlerine benzer tek tip özellikler taşıdıklarını, kendi grubundaki bireylerin ise daha çeşitli ve özgün özellikleri olduğunu kabul ediyor. Diğerleri ile kendi grubu arasındaki farklılıkların abartılması da bir diğer gözlemlenen durum.

Pazartesi, 29 Kasım 2021 09:46

NASIL LİDER OLUNUR ?

 

İnsanlar kendileri/grubu için en iyi kararları alan veya alacağına inandıkları insanları lider kabul etmeye/seçmeye meyillidir.

 

'En iyi karar' tanımı içinde karar alma yetkinliği kadar; kararlarda kendilerinin ne kadar gözetileceğine/kayrılacağına ilişkin algılar da rol oynar.

 

Lideri seçecek olanın ahlak ve erdem seviyesine bağlı olarak, grubun tüm üyelerine ve hatta grubun rakiplerine adil muamele edilmesi kabul/seçim kriteri olabilir.

 

Genellikle olan ise, birey olarak veya ait olunan alt grup olarak liderin kararlarında ne kadar kayrılacağı algısı ile lideri belirlemektir.

 

Bizden/bizim gibi tanımlaması bu açıdan önemlidir.

 

Rakiplerle/düşmanlarla mücadelede en iyi kararları alacak, grubu başarıya taşıyacak kişi illüzyonu belirleyicidir.

 

Düşman/rakip tanımlama (hayali de olsa) bu açıdan gereklidir.

 

Değerlendirmede nesnel gerçeklik değil, oluşturulan algı ön plandadır. Yani lider adayı iyi bir hikaye anlatıcısı, umut taciri, hayal satıcısı olmalıdır.

 

Düşmanlarla/rakiplerle mücadelede en iyi kararları alacak kişiyi lider seçme dürtüsünün arkasında da bireysel fayda söz konusu aslen.

 

Grup yenilirse bireysel olarak zarar görme durumu ortaya çıkacak. Bundan kaçınmanın yolu düşmana/rakibe karşı en iyi kararları alacak kişinin arkasında saf tutmaktan geçiyor.

 

Burada yanlış bir şey olmamakla birlikte, lider adayları veya liderler tarafından kullanılan bir durumdur.

 

Örneğin yanlış kararlarınız sebebiyle ekonomi kötüye gidiyor. Desteği kaybetmeye başladığınız bir ortamda, gerçekte var olmayan dış güçler/faiz lobisi/ekonomik tetikçiler tanımlaması ile hayali bir düşman oluşturuyorsunuz. Artık düşman var ve insanlar bunlarla en iyi savaşabileceğini düşündüğü kişinin arkasında tekrar saf tutuyor. Olmayan düşmanı belirleyen, doğal olarak o düşmanla savaşta en iyi kararları alabilecek lider adayı oluyor.

 

Liderin kararları, kaynakların grup üyeleri arasında nasıl paylaştırılacağı, kimlerin ödüllendirileceği/cezalandırılacağı, kimlerin hangi pozisyonlarda görevlendirileceği, kimlere hangi yükler ve sorumluluklar verileceği benzeri hususları şekillendirmektedir.

 

Grup üyesi bu kararlar sonucunda karlı çıkan tarafta olmakla ilgili beklenti içerisindedir. Bu beklentiyi karşılayacak kararları alacağına inandığı kişiyi lider olarak seçmek eğilimindedir. Lider adayının geçmiş kararları bu inancı besleyebilir.

 

Bu inancı destekleyen diğer husus benzerlik algısıdır. Lider adayına ilişkin, 'Benim gibi düşünüyor', 'Benim üst kimliğime sahip', 'Benim geldiğim çevreden geliyor', 'Bizim ekolden' benzeri tanımlamaların arka planında benzerlikten hareketle kayrılma beklentisi söz konusudur.

 

Bir seçim yapması söz konusu olduğunda beni seçecek. Beni diğerlerinden daha fazla kollayacak. Kaynakların daha fazla kısmını bana paylaştıracak. Liderin ve benim ait olduğum alt grup, kararlardan en çok faydalanan grup olacak.

 

Şu an ülkemiz siyasetindeki liderlik oluşumunun temelinde bu mekanizma geçerlidir.

 

Siyasetteki liderlik mekanizması böyle, kurumsal tarafta veya diğer örgütlenmelerde durum farklı mı ?

 

Bazı iyi örnekler dışında diğer tüm örgütlenmelerde de benzer bir yapı söz konusu.

 

 

Nesnel gerçeklikten algıya, oradan bilgiye ve takibinde dile uzanan yolculuğu anlamak için DIKW piramidi faydalı bir çerçeve sunuyor.

 

İngilizce Data (Veri), Information (Enformasyon), Knowledge (Bilgi) ve Wisdom (Bilgelik) kelimelerinin baş harflerinden oluşuyor. Piramitin tabanında veri var. Hiyerarşik bir yapıda sırayla yukarı doğru tırmanılıyor.

 

Veri (Data), nesnel gerçekliğe ilişkin bir olguyu veya uyaranı betimleyen işaret veya sinyalleri ifade ediyor. Sayılar, harfler, kelimeler, semboller vb. formlarda karşımıza çıkıyor. Standart hale getirilmiş metriklere referansla tanımlandıkları için yanlış veya doğru değeri alıyorlar. Yorumlanmadıkları sürece bir anlam içermiyorlar. Bu yüzden bilgisayarlarca kolayca işlenebiliyorlar.

 

Enformasyon (Information), verilere anlam katacak veya amaç veren bağlam eklendiğinde ortaya çıkıyor. Verilerin, temsil ettikleri durumu açıklayacak şekilde; cümleler, fonksiyonlar veya sorular şeklinde organize edilmesiyle hayat buluyor. Enformasyon, kim, ne, nerede benzeri soruların cevabını veriyor çoğunlukla.

 

Bilgi (Knowledge), çok sayıda enformasyon kaynağının, zamana yaygın bir şekilde bireysel olarak sentezlenerek, kavramsal bir yapıya kavuşturulması veya başka bir ifadeyle kişisel olarak anlamlandırılması ile ulaşılan seviyeyi ifade ediyor. Oluşma aşamasında tecrübe, öngörü ve değerler de devreye giriyor. Çoğunlukla nasıl sorusunun cevabı oluyor. Örtükler ve öznel boyutları var. Nesnel hale getirilebilirlerse enformasyona indirgenmiş oluyorlar.

 

Bilgelik (Wisdom), bir farkındalık durumu. Paradigma veya ilkeler dizisi olup, nihai bağlam ve referans çerçevesi. Bilgilerin bütünü üzerine sorulan neden sorusunun cevabı ile açıklanabilen büyük resim. Doğru/yanlış, etik/etik olmayan ayrımının yapıldığı seviye. Ulvi amacı (greater good) gerçekleştirmek için yapılması gerekenin cevabı.

 

DIKW, alt seviyelerin daha üst seviyeler için malzeme veya yapı taşlarını oluşturduğu bir çerçevedir.

 

Hiyerarşide yukarı çıkmak, yapı taşlarını doğru yöntemlerle sentezleyebilen bir akıl yürütebilme becerisi gerektirir.

 

Analitik akıl yürütme denilen şey ise, piramitte üst seviyelerde yer alan aşamalardan aşağıya doğru hareket ederek, genellemelerin bileşenlerini ve aralarındaki ilişkileri tespit edebilmekten geçer.

 

Piramitte yukarı çıkıldıkça, daha fazla bağlama, anlama ve öznelliğe ulaşılması söz konusudur.

 

Bilgisayarlar klasik kullanımda piramidin ‘Veri’ ve ‘Enformasyon' katmanlarında faaliyet gösteriyorlar. Yapay zeka çalışmaları piramidin ‘Bilgi’ katmanını hedefliyor şu aşamada.

 

Yapay zekadan sonraki aşama ‘BİLGE ZEKA’ (Wise Intelligence) mı acaba ?

 

Çarşamba, 17 Kasım 2021 07:19

DOSTLUK BAŞKA ALIŞVERİŞ BAŞKA

 

 

 

Paralel evrenler. Eş zamanlı olarak iki farklı dünyada yaşıyoruz. Birisinde sosyal normlar diğerinde piyasa normları geçerli.

 

Margaret Clark, Judson Mills ve Alan Fiske tarafından ortaya atılmış olan bu görüş; birçok irrasyonel davranışın sebebini açıklıyor.

 

Her iki evrende de karşılıklılık esas. Ancak sosyal normların geçerli olduğu evrende anında geri dönüş beklemiyoruz. Değiş tokuşlar için kesin matematiksel hesaplamalar, fiyat veya ücretler yok.

 

Komşunuz tatildeyken evindeki çiçekleri sulamanızı istediğinde memnuniyetle kabul ediyorsunuz. 10 gün boyunca çiçeklerini suladığınız için, en az iki kez eşinizle yemeğe çıktığınızda çocuğunuza bakması gerektiği gibi bir hesap gelmiyor aklınıza. Ama sizin de ondan bir şey isteyebileceğiniz veya onun da gerektiğinde sizin arkanızı kollayacağı fikri mevcut arka planda.

 

Komşunuz bunun için para teklif etseydi büyük ihtimal kendisini terslerdiniz. Olayı sosyal bağlamdan piyasa bağlamına çektiğinde durum farklı bir hal alıyor. Halbuki bedava yapmaya razıydınız aynı işi. Bir de üstüne para alacaksınız.

 

Müşterileri veya çalışanları ile ilişkilerini arkadaş, dost, aile bağlamına çekmeye çalışan şirketler ve yöneticiler var.

 

Bu sosyal ilişki çoğunlukla tek yönlü oluyor nedense. Sen şirket olarak beni bir yakının gibi gör ve ona göre davran. Ben de seni yakınım veya aile üyesi gibi göreceğim ama, çalışan veya müşteri olarak davranmaya devam edeceğim.

 

Müşteriysen, fiyata, ödeme şartlarına, ürün veya hizmet kalitesine fazla takılma. Aile içinde, dostlar arasında olur böyle şeyler. Rakip firmalardan mal almayı aklına bile getirme. Başkalarını ailene tercih etmeyi düşünmezsin herhalde.

 

Ama sen ödemeni geciktirirsen faiz ödersin. Limitini aşarsan ek mal alamazsın. İndirim filan isteyemezsin. İstesen de alamazsın. Ödemen biraz fazla gecikirse doğru avukata.

 

Yönetim/liderlik uygulamalarında, çalışanları rasyonellikten uzaklaştırmak için sosyal alana çekme bolca kullanılır.

 

Bunu uygulayanlara 'Sosyal bağlama çekme ihtiyacı neden kaynaklanıyor?' sorusu sorulduğunda alacağınız olası cevaplar sanırım şöyle olacaktır.

 

§  Rasyonel anlamda yürürsek çok ilerleyemeyiz. Çünkü onlara rasyonel anlamda ikna edici bir resim sunamıyoruz.

§  Diğerini becerebilecek zeka ve birikim bende yok. Böylesi daha kolay.

§  Onu da yaparım ama böylesi daha eğlenceli.

§  Ben rasyonellik sunsam onlarda anlayacak zeka yok.

§  Onlar mutlu ben mutlu. Fazla karıştırma.

§  Onu da onu da sunuyorum. Fazla vermekte ne sakınca var.

 

 

Bazen uyanık çalışanların başvurduğu da gözlemlenir. Yöneticisine veya patronuna ‘Sizi bir baba yarısı, bir ağabey gibi görüyorum.’ ‘Burası benim ikinci evim.

 

 

Pazar, 14 Kasım 2021 15:41

AKIL YÜRÜTME VE EVRİM

 

 

Akıl yürütmenin evrimsel değeri nedir?

 

Akıl yürütme, değer, karar ve yargılarımız için gerçekçi sebepler bulabilme işi.

 

İlk bakışta, çevremizi gerçekçi algılayabilme, doğru kararlar alabilme ve problem çözebilme imkanı ile biz insanları, diğer türlerin ulaşmayı hayal bile edemeyeceği noktalara taşıdığını söylenebilir ?

 

Eğer akıl yürütme bu kadar muhteşem bir şey ise, neden bu özelliğe sahip tek tür biz insanlarız ?

 

Ve akıl yürütme bu kadar işe yarayan ve etkili bir şey ise, neden neredeyse hiç bir konuda görüş birliğine ulaşamıyoruz ?

 

Gerçeğe yaklaşan çıkarımlar yapabilme acaba yan ürün olabilir mi ?

 

Yani insan türüne asıl faydası başka bir şey olabilir mi?

 

%3-5'lik bir azınlığın gerçeğe yaklaşan çıkarımlar yapıp diğerlerini ikna etmesi ve peşinden sürüklemesi türün devamı için yeterli miydi?

 

Hatta gerçekle çok fazla örtüşmeyen sebeplere , yani başarısız akıl yürütmelere rağmen, iyi organize olabilen gruplar hayatta kalıp, genlerini aktarabilmede diğerlerine avantaj sağlamış olabilirler mi?

 

Sebep bulma/sunma işi, başka bir ifadeyle rasyonellik, aslen diğerlerini ikna etmek için evrilmiş bir özellik olabilir mi?

 

Her bireyin kendi gerçeğini keşfetmesi ve bunun da nesnel gerçek olması yoluyla bireyin hayatta kalma ve genlerini aktarma şansını artırması, bu nedenle evrimsel olarak akıl yürütme özelliğinin sonraki nesillere geçmesi yaklaşımı şüpheli. 

 

O durumda yanlış akıl yürütenlerin elenmesi, üreyememesi ve soylarının tükenmesi gerekirdi. Öyle olsaydı, günümüzde akıl yürüten tüm bireylerin nesnel gerçeklerde görüş birliğine varması gerekirdi. Çok temel konularda dahi herkesin farklı tellerden çalması bu önermeyi doğrulamıyor.

 

Evrim tek tek bireylerin faydası ile ilgilenmiyor benim anladığım haliyle.

 

Türün devamı için bireyin faydasının göz ardı edilmesi, hatta bireyin feda edilmesi söz konusu birçok farklı canlı türü örneğinde.

 

Dolayısıyla, akıl yürütmenin evrimsel manada bireyin faydası ile ilgili olmadığını düşünüyorum.

 

Herkesin farklı akıl yürütmesi sonucu ortaya çıkan binlerce, yüzbinlerce farklı akıl yürütme içinden, birkaç adet gerçeğe yakın sonuç çıkıp, bunların insanlığın bilgisini geliştirmesi, akıl yürütebilme özelliğinin faydası olabilir. Binlerce deniz kaplumbağası yavrusundan 2-3 adedinin hayatta kalarak türün devamını sağlaması gibi.

 

100.000 yıl önceki koşullar düşünüldüğünde bu strateji pek yakın gelmiyor bana. Bilginin kaydı ve paylaşımı sınırlı. Yazı yok, iletişim sınırlı.

 

Hayatta kalmak için grup oluşturmak, üyelerin grupta kalmalarını sağlamak ve üyeleri harekete geçirmek önemli.

 

Diğerlerini ikna için oluşturulan hikayenin tutarlı olması ve hedef kitleye sebep sunması gerekli.

 

 

 

 

 

 

Çarşamba, 03 Kasım 2021 16:34

TÜMEVARIM HİNDİSİ – INDUCTIVIST TURKEY

 

 

Hikayemizin kahramanı hindi, çiftlikteki ilk günlerinde ne olup bittiğini anlamaya çalışmaktadır.

 

Kendisini besleyen çiftçi ile ilgili ne düşünmesi gerektiğine karar veremez.

 

Çiftliğin güvenli ortamında, çiftçi tarafından düzenli bir şekilde sunulan kolay besinin tadını çıkarırken, doğrudan sonuca atlama konusunda temkinli davranmaktadır.

 

Günler geçtikçe yavaş yavaş olayı anlamaya başlar.

 

Çiftçi her sabah aynı saatlerde onları beslemektedir. Yağmurlu günde, güneşli günde. Soğukta, sıcakta. Hafta başında, ortasında, sonunda.

 

Çiftçinin iyi birisi olduğunu düşünmeye başlamıştır. Bu kadar fazla sayıda sürekli aynı şekilde tekrarlayan gözlemden sonra başka bir sonuca varmak abes olur.

 

Bilimsel yöntem bile aslen, tekrarlayan gözlemlerden sonuca ulaşmayı temel alan tümevarım değil midir ki.

 

Artık rahatlamıştır. Güvenli ortamın, kolay besinin tadını çıkarır. Ta ki o gün gelene kadar.

 

Karlı o sabah çiftçi her zamanki saatinde gelir. Üzerinde farklı bir kıyafet vardır, kırmızı beyaz. Bir de başında kırmızı noel baba şapkası.

 

Ponzilerin, organize finansal dolandırıcılıkların ve büyük finansal balonların hikayeleri de benzer özellikler taşır.

 

Tekrarlayan gözlemler çok ikna edicidir. Sürü davranışı ve bilumum bilişsel yanılgı etkisiyle daha da ikna edici olurlar.

 

Kripto paralar, sebepsiz sürekli yükselen hisse veya varlık fiyatları bu konuda iyi birer örnektir.

 

‘Tümevarım Problemi’, Bertrand Russel tarafından ortaya atılmış ve Carl Popper tarafından geliştirilmiştir. 

 

 

 

 

Bundan 15-20 sene önce, varlıklı bir ailenin kızıyla hayatını birleştirme kararı alan bir arkadaşıma, müstakbel eşinin hangi üniversite mezunu olduğunu sormuştum. Aldığım cevap beni şaşırtmıştı. Üniversitede okumadığını, İsviçre’de ‘Leydilik Okulu’nu bitirdiğini söylemişti.

 

İlk şaşkınlık sonrası yaptığım araştırmada,  genç kadınlara yönelik ‘Charm School’ ya da ‘Finishing School’ olarak geçen bir okul konsepti olduğunu öğrenmiştim.  Genç kadınları, varlıklı insanların dahil olduğu cemiyet hayatına hazırlama amacına yönelik eğitim veren bu okulların; sosyal zarafet ve üst sınıf kültürel ritüellere odaklandığını öğrenip biraz daha fazla şaşırmıştım.

 

O ana kadar bu tip okulları, 17-18 yüzyıla ilişkin dönem filmlerinde rastlanacak bir kavram olarak düşünmüştüm. Bana biraz çağ dışı gelmişti.

 

Hayat beni kurumsal eğitim arenasına sürüklediğinde, davranışlara odaklanan eğitimler pek revaçta değildi. Sonra sonra, ‘Soft Eğitim’ ve ‘Kişisel Gelişim Eğitimi’ kavramlarıyla tanıştım.

 

‘Soft’ tarafta eğitmen olmak için sertifikasyonları tamamlamama rağmen, bir türlü bünyemin kabul etmediği bir şeyler vardı. Kurumsal hayatta yıllar geçirmiş koca koca insanlara ilişkilerini nasıl yöneteceklerini anlatmak, insanları etkileyerek peşinden gelmelerini sağlayacak davranış kalıplarını göstermek absürd geldi. Bir de bunları uygulatarak benimsetmeye uğraşmak, biraz terbiye eğitimi gibi geldi.

 

Sonrasında benim bu iş için uygun olmadığıma karar verdim. Böyle bir talep vardı ancak, ben inanmadığım, doğru bulmadığım şeyi yapmayacaktım.

 

Halen bakış açım çok değişmedi. İnsanlara davranış ve görgü kuralları ile ilgili eğitimlerin, ailede ve ergenliğe kadar olan dönemde okullarda verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

 

Diğer taraftan her eğitim kişiseldir ve her eğitim gelişimdir. Burada, varsa, entelektüel serzeniş; davranış/terbiye merkezli yetişkin eğitimlerinedir.