İlk tribün tecrübemi yaşadığımda 8 yaşındaydım. Memleketimizin takımı Balıkesirspor oynuyordu. Babam götürmüştü maça.
Rakip ve sonuç kalmamış aklımda. Ancak amigo figürü hayal meyal de olsa canlı hafızamda.
Kendini yırtarcasına performans sergileyen o adam ve tribündeki insanların onun yönlendirmelerini takip etmesinin absürtlüğü, hatırlıyor olmamın arkasındaki neden sanırım.
Küçük yaşıma rağmen, anlam verememiştim o insanın ve özellikle de onu takip eden insanların davranışlarına.
Birkaç milli takım ve derby müsabakası dışında fazla tribün tecrübem olmadı sonrasında. Absürtlük ile ilgili görüşlerim değişmedi takip eden tecrübelerimde de.
Liderlik konusu ve eğitimleri popüler oldu yıllar sonra. Çok farklı liderlik tanımlamaları dolanıyordu ortalıkta.
Bunlardan birisini okuduğumda, burada tanımlanan lider, benim tribünde gördüğüm amigo, liderin ekibi de tribündeki taraftarlar dedim kendi kendime.
Lider, ekibi coşturan, gaz veren kişiydi. Ekip de sorgulamadan gaza gelen, coşan tribündeki kalabalık.
Birileri çıkar ve 'Lider dediğin amigo gibi olmalıdır' diye tanımlama yapar diye beklerken, bir de baktım amigoların ismi tribün lideri olmuş.
Liderlik teorilerini incelediğinizde, birbiriyle alakasız bir sürü farklı teori olduğunu görüyorsunuz.
Bir uçta 'The Great Man Theory' (Seçilmiş İnsan Teorisi) yer alırken; diğer uçta 'Servant Leadership Theory' (Hizmetkar Lider Teorisi) yer alıyor.
Bir konuda birbiriyle bu kadar zıt ve farklı tanımlamaların olması, kavramın nesnelliği ile ilgili soru işaretleri oluşturuyor ister istemez.
Diğer taraftan güzelliği de buradan kaynaklanıyor belki de.
Kim neresinden tutarsa, oradan yürüyor.
Sen de haklısın, o da haklı, diğeri de haklı.
Her yaklaşım, akademik veya saha çalışması sunmakta da zorlanmıyor bu arada.
Herkesin işine geldiği gibi yorumladığı bir kavram olmuş liderlik.