Epistemik kopuş günlerinde yaşıyoruz.
Her neden sorusuna verdiğiniz cevaba, "O neden öyle peki?" sorusuyla karşılık veren çocuğunun sonu gelmez neden sorularından pes edip, "Ben öyle diyorum, ondan..." cevabı vermemiş kimse var mıdır acaba ?
"Nasıl?" ile birlikte "Neden?" sorusu öğrenme ve anlamlandırma faaliyetlerinde kritik bir öneme haiz.
Karar, yargı ve inançlarımız için iyi sebeplere sahip olabilmek, ancak neden sorusu ile ulaşılacak bir gerekçelendirme ile mümkün.
Çocukların ardışık neden sorgulamaları benzeri; sebep arayışımızda her neden sorusunun başka bir neden sorusuna yol açması problemine verilen isim "Epistemik Regresyon Problemi (Epistemic Regress Problem).
Şüpheciler bu problemin dayandığı mantıktan hareketle, sebeplerimizden hiç bir zaman emin olamayacağımızı savunurlar.
Diğerleri ise üç grupta çözüm önerisi getirirler.
1. Temelcilik (Foundationalism): Ardışık neden sorularını sorduğumuz bir kaç seviye sonunda, gerekçelendirmeye ihtiyaç duymadığımız temel bir inanca ulaşırız.
2. Döngüselcilik (Coherentism): Gerekçelendirme doğrusal değildir. Karmaşık bir ağ yapısında olan inaçlarımız doğru bir şekilde ilişkilendirilip tutarlı bir şekilde bağlandığında gerekçelendirme gerçekleşir.
3. Sonsuzculuk (Infinitism): Neden sorgulamasının herhangi bir sonu yoktur. Gerekçelendirme denilen şey zaten böyle bir şeydir.
Epistemolojik kooop, koop, kop...
Birbiriyle çelişen farklı açıklamaları ve kullanımları olan bir kavram epistemokrasi.
Bilgeliğin hükmünden, dağdaki çobanla benim oyum muhabbetine kadar farklı bağlamlarda yorumlanması söz konusu.
Benim yorumum, ütopyam;
"Kararlarında aklı ve nesnel bilgiyi esas alan yöneticilerin ve kurumların devlet gücünü kullandığı ütopik yönetim sistemi"
Teknokrasiye benzetenler olabilir. Farkı, yönetim erkini elinde tutan karar alıcıların teknokrat olması gerekmemesi. Teknokrat olmasalar dahi, aklı ve bilimi merkeze alan karar alıcıların gücü kullandığı sistem.
Bu yönetim sistemi, insanların büyük çoğunluğunun aklı ve bilimi kendi hayatlarında merkeze alması ile gerçekleşebileceğinden, bir ütopya.
O gün gelene kadar; heteredoks yaklaşım, epistemolojik bir kopuş, nöröekonomi vs devam.
Peter Drucker'ın "Kültür stratejiyi kahvaltı olarak yer" ifadesini paylaşıyor birileri.
Diğerleri inanan ekiplerin her daim ikna olanlara üstün geleceğinden bahsediyor.
Realitede haklılar. Ülkemizde ve dünyada, tarihte ve günümüzde, her ölçekte insan topluluklarında gördük ve görüyoruz örneklerini.
Sorgulama, hikayede anlatılan kimliği satın al, sürüye dahil ol ve rahat et demek istiyorlar.
Lider ve yöneticilere ise, hikayende anlatacağın kimliğe odaklan ve insanları bu hikayeye inandırmaya çalış; hikayenin ne olduğunun çok önemi yok mesajı verilmeye çalışılıyor.
Bir üçüncü yol var aslında. Rasyonel hikaye, yani stratejik kültür. Sorgulayanların dahi itiraz edemeyeceği.
İsteyen inansın, isteyen ikna olsun...
Eleştirel düşünme üzerine harcadığım onca mesai sonrası ulaştığım yargının özeti;
1. Toplumun ortalama %20'si eleştirel düşünebilme becerisi kazanabilir.
2. Bu % 20'nin % 90'ı da bir zorlama olmaz ise bu beceriyi kazanmak ve kullanmak istemez.
3. Bu durumda toplumun veya daha küçük ölçekteki grupların (kurumsal/sosyal) olumlu yönde değişimi için başka bir yöntem gerekir.
4. Toplumun büyük çoğunluğu kendilerine biçtikleri kimlikler çerçevesinde otomatik karar ve yargılara varır.
5. Kimlik denilen şey kültürün bir sonucudur.
6. O halde akla ve bilime ters düşmeyen değerleri içeren bir kültür empoze ederek, insanların sorgulamadan da, otomatik olarak akıl ve bilime paralel yargı ve kararlara varması sağlanabilir.
7. Kültür stratejiyi kahvaltı olarak yer paylaşımının ve 'Rasyonel hikaye, stratejik kültür' yargısının arka plan detay açıklaması budur.
İnsan vücudunun olağanüstü mekanizmasına hayran olmamak mümkün değil. Sık duyduğumuz bir ifade bu. Peki gerçekten de o kadar mükemmel bir yapı mı acaba ?
Hayatı uzatmak ve yaşam kalitemizi artırmak için milyarlarca dolarlık araştırma ve yatırım söz konusu.
Sağlıklı bir 10 yıl daha vereceğini garanti eden bir çözüm bulunsa, bu çözüm için insanlar servetlerinin önemli bir kısmını ödemeye razı olurlar sanırım.
Mükemmel vücudumuz günlük yenilenme ve tamir süreci için günün üçte birine ihtiyaç duyuyor.
Ortalama 80 yıl ile sınırlı hayatımızın yaklaşık 26-27 yılını uyuyarak geçiriyoruz.
Vücudumuzun günlük yenilenme ve tamir sürecindeki verimi iki katına çıkarabilsek, yani 8 saat yerine 4 saatte bu işi halledebilsek, yaşamı yaklaşık 13 yıl uzatmış oluruz.
Tıpta ve sağlıklı yaşam konusunda sağlanan büyük gelişmelerle karşılaştırıldığında, bu alanın boş kalmış olması garip.
Vücudumuzun mükemmeliği konusuna geri dönecek olursak; enerji üretimi, yenileme materyallerinin temini ve atıklardan kurtulma süreci de pek mükemmel durmuyor.
Günde üç defa bir sürü şey yiyip, içip; bunları enerji ve gerekli materyallere dönüştürüp, ortaya çıkan atıklardan kurtulmak için bir sürü zaman, efor ve kaynak harcıyoruz.
Burada da gelişim alanları da olabilir mi acaba ?
Uyku konusunda büyük bir pazar söz konusu gibi geliyor bana.
Yasal ve yasal olmayan, uyarıcı, uyku giderici/geciktirici pazarı var.
Kahve, çay, kola, guarana, red bull, yeşil çay pazarı yasal taraf.
Amfetamin benzeri yasaklı maddeler pazarı yasal olmayan pazar.
İnsanlar uyanık kalmak veya uykudan kaçınmak için zaten milyarlar harcıyor.
İnsanların daha az uyuması kapitalist sistemin de işine gelir. İnsanların çalışacak ve para harcayacak daha fazla zamanı olması, sistemin arzulayacağı bir durum.
Peki neden bir gelişim olmamış bugüne kadar sorusunun cevabı teknik olabilir. Yapamadıkları için büyük ihtimal.
Gen terapisi bu konuda da umut vadedebilir. Genlere yapılacak bir müdahale ile daha az uyuyarak yenilenen ve kendini tamir eden yeni bir nesil ilginç olur.
Görsel : White Wolf, the Chippewa Indian Chief, also known as Kaa-be-naag-wii-wlss, sometimes called by his Anglo name of John Smith.
İnsan aklının garipliğinin sınırı yok sanırım.
Bir tarafta, rasyonelite anlamında absürd olmakla birlikte, 'E madem onlar öyle düşünüyor ve istiyorlar...olabilir..' diyebileceğiniz gariplikler.
Diğer tarafta, tercih veya istekle dahi açıklamakta zorlanacağınız gariplikler.
Örneğin, neden olimpik sporlar arasında 3 adım atlama diye bir dal var ?
Uzun atlama tamam. Yüksek atlama okey. Sırıkla atlamaya da eyvallah. Neden 3 adım ?
Neden 2 adım veya 4 adım değil ? 5 ya da 10 adım atlama neden olmamış ?
Dereyi geçerken en verimli geçişi sağlayacak teknik mi acaba 3 adım ?
Ya da savaş alanında kılıç veya mızrakla gerçekleştirilen bir saldırı taktiğinde kullanımı olabilir mi 3 adım atlamanın ?
Veya bazı şeyleri sorgulamadan doğru kabul edip, üzerine bir şeyler inşa etmenin sonucu mu acaba ?
Antik olimpiyatlara ilişkin tarihi metinlerde 15 metrelik uzun atlama mesafelerinden bahsedildiğini gören spor tarihçileri, bunun ancak 3 adım ile mümkün olduğunu düşünmüşler. Böylece modern olimpiyatlarda 3 adım atlama diye bir dal icat edilmiş benim anladığım.
Sosyal medyada dile getirilen aforizmalara veya avcı sohbetlerinde anlatılan av hikayelerine benzer; tarihte birisinin olimpiyat oyunlarına ilişkin üfürdüğü hikayeyi baz almanın bir sonucu gibi görünüyor 3 adım atlama spor dalı.
En azından ben daha tutarlı bir açıklama getiremedim yaptığım araştırmalar sonucunda.
Delinin biri bir kuyuya taş atmış, yüzlercesi 3 adım atlama yapmış, milyonlarcası da neden 3 diye sormadan seyretmiş.
Akıl yürütmede görüşünüzü hangi bağlam üzerine inşa ettiğiniz önemli. Sorgulamadığınız bağlam sebebiyle, etkili akıl yürütme süreciniz dahi garip sonuçlar verebilir.
Yani, yanlış bağlam üzerine akıl yürüterek doğru sonuç almayı beklemek, tekeden süt çıkarmayı ummak gibi bir şey olsa gerek.
Suyun değeri ve fiyatı hakkında sosyal medyada yapılan bir paylaşım konusunda görüşümü bir önceki kısa kısa makalemde paylaşmıştım.
Bu paylaşım konu üzerine biraz daha kafa yormama sebep oldu.
Değer algısını manipule/speküle etmenin dışında, bir şeyin arzını ve talebini kontrol ederek fiyatını manipüle/speküle edebilirsiniz.
Örneğin arzı farklı yöntemlerle kısıtlayarak veya talebi suni yollardan artırarak fiyatı değerin çok üzerine çıkarabilirsiniz.
Borsalarda bu manada çok sayıda farklı manipülasyon/ spekülasyon örneği görebiliriz. Hisse senetlerinin değerinin çok altında veya üzerinde fiyatlanmaları söz konusudur örneğin.
Suyun havaalanında değerinin 10-20 katı fiyatlanması arz tarafının kontrolü ile sağlanır. Vergi mükellefiyetiniz ve gezerek satış yapma izniniz olsa dahi; çantanızda getirdiğiniz suları havaalanında gezerek satmanıza izin vermezler.
"Dışarıdan yiyecek ve içecek getirmek yasaktır" ibaresini hepimiz biliriz. Müşterinin algıladığı değere göre ödemeye razı olacağı fiyatın üzerinde fiyat ile satış yapabilmek için geliştirilmiş bir yöntemdir.
Gelelim asıl konuya. Talep ve arz konusu, iş gücü piyasasında ücretlerin oluşması sürecinde de benzer bir etkiye sahiptir.
Arz ve talebe bağlı olarak ücretler bazen değerin üzerinde, bazen de altında belirlenebilir.
İş ile ilgili değeri belirleyen, kişinin değeri ve pozisyonun katma değeridir.
Ücret ise, arz ve talebe bağlı olarak bu değere eklenen veya değerden çıkarılan tutar ile oluşur.
2 dolarlık bir kişi, 1 dolarlık katma değeri olan bir pozisyonda toplam 3 dolar değer yaratırken; arz ve talep durumuna bağlı 5 dolar veya 2 dolar olarak ücretlendirilebilir,.
4 dolarlık bir kişi, 6 dolarlık katma değeri olan bir pozisyonda toplam 10 dolarlık bir değer yaratırken; arz ve talep sebebiyle 7 dolar veya 11 dolar olarak ücretlendirilebilir
Örneğin, genel anlamda yazılım alanında son dönemde değerin üzerinde bir ücret oluşumu söz konusu. (Linkedin'de her iki taraftan yapılan serzeniş/savunma paylaşımlarından arzın talebe göre düşük kaldığı izlenimime dayanarak. Talebin ve ücretin artışına bağlı, yeni gelen insan kaynağı kalitesinin arttığına ilişkin de bir gözlemim var.)
Lafın özü, ücretinizi artırmanın yolu, katma değeri yüksek ve arz talep dengesi arz lehine avantaj sağlayacak alanlarda pozisyon aramak olmalı.
Diğer taraftan, ücretinizdeki değişim çoğunlukla değerinizdeki değişimden kaynaklanmaz. Ya da gerçek değeriniz çerçevesinde ücretlendirilmeye başladığınız anlamı taşımaz.
Değerinizi belirleyen şey kalitenizdir. Onu artırmak da sürekli gelişim ve eğitimden geçer.
Not : Ücreti sağlanan toplam haklar olarak değerlendirmek gerek.
Sosyal medyada son günlerde aşağıdaki ifade popüler olmaya başladı.
"A Bottle of water can be .50 cents at a supermarket. $2 at the gym. $3 at the movies and $6 on a plane. Same water. Only thing that changed its value was the place..So the next time you feel your worth is nothing, maybe you’re at the wrong place."
Basketbolcu Kobi Simmons'ın olduğu belirtilen ifadenin türkçesi;
"Süpermarkette bir şişe su 50 cent olabilir. Gym'de 2 dolar, sinemada 3 dolar, uçakta 6 dolar olabilir. Hepsi aynı su. Değerini değiştiren şey yeri. Bir daha değersiz hissettiğinizde, belki de yanlış yerde olduğunuzu düşünün."
Değersiz hissettiğinizde düşünün, belki de yanlış yerdesiniz diyerek gaz/mesaj vermeye çalışılıyor.
50 centlik suyun değeri 50 centtir.
Spor salonunda 2 dolara, sinemada 3 dolara, uçakta 6 dolara satılması suyun değerinin o seviyeye yükseldiği veya değerinin o olduğu anlamı taşımaz. Fiyatı speküle edilmiştir.
50 cent değerindeki su sübvanse edilerek 25 cent olarak da fiyatlanabilir.
Fiyat değere eşit değildir.
50 centlik değeri olan bir adamın veya kadının 6 dolarlık CEO yapılması değerinin 6 dolara yükseldiği anlamı taşımaz. Gerçek değeri 50 centtir.
Aynı şekilde, 6 dolarlık değeri olan bir adam veya kadının 50 centlik bir pozisyonda görevlendirilmesi de o kişinin gerçek değerinin 50 cente gerilediği anlamı taşımaz . Gerçek değeri 6 dolardır.
Yani analoji çok doğru olmamış.
Hemen gaza gelmeyin. Gerçek değerinizin ne olduğunu belirlemeye çalışın. Spekülatif pozisyonlar peşinde koşarken, gerçekçi bir şekilde değerleniyor olduğunuz pozisyonu da kaybetmeniz söz konusu olabilir.
Diğer taraftan, gerçek değerinizden düşük değerlendiğiniz bir pozisyon söz konusuysa, aksiyon almak için çok da fazla vakit kaybetmeyin.
Ana fikri verecek daha iyi bir hikaye arıyorsanız, Hans Christian Andersen'ın 'Çirkin Ördek Yavrusu' masalı nokta atışı olabilir.
Bilinç nedir ? Kendinin farkında olmak mıdır ? Yani benlik dediğimiz şey midir bilinç ?
Yoksa, aynı uyaranlara maruz kaldığımızda, diğerlerinden farklı çıkarımlarda bulunabiliyor olmamız mıdır ?
Ya da eylemlerinin sonuçlarını öngörebiliyor olmak, seçim yapabilmek ve bu nedenle özgür iradeye sahip olmak mıdır ?
20.000 civarında akademik çalışmaya konu olan, buna rağmen üzerinde anlaşmaya varılamayan bir kavram bilinç.
Ünlü fizikçi Michio Kaku'ya göre, modern bilim tarihinde, bugüne kadar üzerine bu kadar fazla kafa yorulan; buna rağmen bu kadar az şey üretilebilen başka bir alan yok.
Çok sayıda farklı yorum arasından, bana en yakın gelen yorum, çevreyi modelleme yetkinliği yorumu.
Organizmanın kendisini içinde bulunduğu çevreye göre konumlandırabilecek modelleme becerileridir bilinç.
Daha alt seviye bilinç sahibi organizmalar için az sayıda parametre ve sebep sonuç ilişkisi söz konusu iken; üst seviye bilince sahip organizmalar için artan parametre sayısı ve ilişki ağları söz konusudur.
Örneğin bir bitki, güneşin yönü, çevrenin nem miktarı ve sıcaklık, çevreleyen gazların oranları ve yerçekiminin yönü gibi parametrelerle çevresini modeller. Bu parametreler ve bunlar arasındaki birkaç ilişki bitkinin hayatta kalıp, üremesi için yeterlidir.
Avcı veya av konumundaki organizmaların hayatta kalabilmesi için; uzay zamandaki konumlarını daha net belirleyecek çok daha fazla parametre ve ilişki ağlarına ihtiyaç vardır. Avın veya avcının uzaklığı, hızı, hareket yönü, büyüklüğü, tehdit derecesi vb.
Sosyal hayvanlarda, bir sürüngenin içerisinde bulunduğu çevreyi modelleme becerilerine ek olarak; kendilerinin gruptaki diğer bireylere kıyasla sosyal statülerini modelleyebilme becerileri bulunmaktadır.
Bilinç en üst düzeyde bütün bunlara ek olarak, zamanı modelleyebilme, yani geçmiş ve gelecek farkındalığına sahip olma yetkinliğidir. Günümüzde bu seviyede bilinç insan dışındaki türlerde gözlemlenmemiştir.
Kısaca insan ölçeğindeki bilinç dediğimiz şey; içinde bulunduğumuz çevreye göre anlık konumumuzu ve bu konumun zamanda değişimini modelleyebilme becerisidir.
Zamanda değişimi modelleyebilmek diğer organizmalarda olmayan hafıza kavramını zorunlu kılar. O sebeple alzheimer hastalarında gerçek anlamda bir bilinçten bahsedebilmek zordur.
Lafın özü, bilgi, öğrenme ve bilinç dediğimiz şey için hafıza kritik önemde. İyi bakmak lazım ona.
Agile dediğin, premature karar al demenin, yeni nesil kurumsal jargondaki karşılığı.
Hazır olmadan, riskleri kontrol altına almadan aksiyon almanın kurumsal strateji/iş yapış şekli olarak sunumu.
Çevik ol; sorun çıkarsa ki, oldukça yüksek olasılık, o zaman bakarsın ne yapacağına diyor.
Yeni bir şey gibi sunuluyor ama, eskiden de vardı çevikçiler. Kervan yolda düzülürcüler.
Önemli bir kısmı başarısızlıklar mezarlığında yatıyor. Olasılığın (riskin) doğası gereği sonuç elde edebilenler ise başarı hikayesi olarak pazarlanıyor.
Bugün değişen, bu davranışı kurumsallaştırıp, risk gerçekleştiğinde bunu risk alan çalışana fatura etmeme yaklaşımı. Operasyonun doğal bir maliyeti olarak görme mentalitesi.
Bir süreci daha karlı hale getirmek için hızlandırıp, riski artırmak; artan risk maliyetinden yüksek bir getiri sağlıyorsa, ekonomik olarak anlamlıdır.
Bu bakış açısıyla, her agile dönüşüm, alınan yeni riskler sebebiyle ortaya çıkan ek maliyetleri karşılamayabilir. Hatta ortaya çıkan bazı riskler kurumun devamlılığını tehdit edebilir.
Dolayısıyla agile gömleği her kuruma, her sürece uygun olmayabilir.
Herkesin agile olduğu bir ortamda agile olmanın bir getirisi de kalmayacaktır.
Alınan riskler ve bağlantılı maliyetler kurumların kucağına kalırken; getiriler tarafı başlangıç durumuna doğru dengelenme eyilimi sergileyecektir.
'Erken kalkan yol alır' ve 'Hızlı balık yemi yutar' durumu; herkesin erken kalktığı ve tüm balıkların hızlı olduğu bir ortamda fark yaratmayacaktır.
Ataların konu hakkındaki sözü ile bitirelim. "Acele işe şeytan karışır."
Bir konuda bilgi sahibi olmadan da çelişkilerin farkına varabilmek mümkündür. Acil durumlarda, 'Eşyanın tabiatına aykırı', 'Hayatın akışına ters' ve 'Su tersine akmaz' yaklaşımlarını kullanabilirsin.
Başkalarının hatalarından öğrenmeyi tercih ettiğinde, başkalarının doğrularından oluşan bir hayatı yaşarsın. Dene, yanıl, tekrar dene. Ancak, kendi hatalarımdan öğrenmek istiyorum diye, kendini boşluğa bırakarak yerçekimini yenip yenemeyeceğini test etmeye kalkma.
Çok sıra dışı ve olağanüstü fırsatlar hayatın boyunca bir veya birkaç kez karşına çıkabilir. Buna karşılık binlerce kez fırsat yemlemesine maruz kalacaksın. Binde bir fırsatı kaçırmamak için kaç yemi yutacağına sen karar ver.
Bir yerde olağanüstü performans söz konusu ise sebebi büyük olasılıkla hile, makyaj veya kişiden kaynaklanmayan diğer faktörlerdir. Sıra dışı yetenekler çok nadir iken, bunların performansa dönüşmesine imkan veren ortamlar ondan da nadirdir.