İnsan çevresini duyu organlarıyla algılayıp çıkarımlar yapabilen bir tür.
Diğer türler de bu tip çıkarımları farklı seviyelerde yapabiliyor. Başarılı bir av için, saldırı hattı planlaması, avın çıkardığı sesten konum ve mesafe tespiti gibi.
İnsanın farkı, sadece duyusal girdilerle yapılamayacak çıkarımları da yapabilmesinde yatıyor.
Duyusal girdileri inançlar ile harmanlayarak, görülenin, duyulanın ötesini modelleyebiliyor.
Örneğin, yüksek bir bina üzerinden bir topun atıldığı an ile yere çarpacağı an arasında saatin kadranlarının değişimini modelleyebiliyoruz.
Binanın 120m yüksekliğe sahip olduğuna ve saniyenin karesinde 9,8 metrelik yerçekimi etkisinin olacağına ilişkin inançlarımızı; saatin saniye sayacının 12 üzerindeki poziyonunda olduğuna ilişkin görsel girdi ile birlikte değerlendirip, topun yere çarptığında saniye sayacının 1'in üzerinde olacağını (5 saniye) söyleyebiliyoruz.
Duyuların ötesini modelleyebilen tek türüz.
Bu bizim en güçlü yönümüz. Diğer taraftan en zayıf noktalarımızdan birisi de bu.
Sıklıkla görülemeyenle birlikte gerçek olmayanları da modelliyoruz.
Örneğin filojiston, yani ateş elementi hikayesi gibi.
Ateşin hikayesi insanlar için uzun bir süre bilinmeyen olarak kalmış.
Johann Joachim Becher tarafından 1667 yılında ortaya atılan ateş elementi (filojiston) teorisi, 18. yüzyıl sonlarına kadar geçerli kabul edilmiş.
Cisimlerdeki yanma esnasında, filojiston isimli ateş elementinin salındığını iddia eden bir teori. Filojistik maddeler yandığı zaman, uzaklaşan bir ateş ruhuna ve küle dönüştüğü düşünülüyordu.
Günümüzde sıklıkla element uyduran gruplarla karşılaşıyoruz. Politikacılar, gazeteciler, tartışma programı yorumcuları, kahinler, gurular ve benzerleri.
Sosyal medya ortamı da element uyduranlardan müstesna değil bu arada.