Liderlik veya yöneticilik diye ayrı iki kavram yok, insan yönetimi var.
İnsanları yönetme işini rasyonellik bağlamında yorumlamaya bugünlerde yöneticilik diyorlar.
İnsanların duygusal boyutunu yönetme işini ise liderlik olarak tanımlıyorlar.
İnsan sadece rasyonellikle sonuç elde edemiyor.
Bir şeyin öyle olduğunu veya olması gerektiğini düşünmek veya bilmek aksiyon almak için yeterli değil.
O halde harekete geçirecek bir şeylere ihtiyaç var. O şey de duygular.
Harekete geçiren duygular yaratma işi motivasyon olarak adlandırılıyor. Liderlerin yetersiz kaldığı yerde kişisel gelişim eğitimleri ve kitapları devreye giriyor. Ya kendin yapacaksın ya liderden bekleyeceksin. Ya da ikisi birden.
Kurumsal hayatta liderlik, insanları harekete geçirecek duyguları yaratmaktan daha geniş bir kapsamda ele alınıyor.
İnsanların negatif duygularını da yönetmek. Sadece hareketten alıkoyan negatif duygulardan kurtulmalarını sağlamak da değil. Bildiğin insanları iyi hissettirmeye çalışmak. Bir anlamda duygusal terapi. Psikologluk. Pışpışçılık.
Bu kadar fazla duygusal resilience eğitimi yapılması, liderlerin bunu yeterince yapamadığını mı gösteriyor acaba ? Ya da onların görevi değil belki de ?
Bazı insanların daha fazla liderlere ihtiyacı var. Duygusal olarak kendi kendine dengelenebilen, duygularını kontrol edip yönetebilen insanların liderlere ihtiyacı yok. Kendi kendilerini motive edip, negatif duygularla başedebiliyorlar. Bunlar motive. Bunlar resilient.
Yani lider ve yönetici ayrımı burdan çıkıyor. İnsanlar duygularını kendileri yönetebilir, bu onların işidir diyenler yönetici olarak tanımlanıyor.
İnsanlar duygusal anlamda (olumlu/olumsuz) kendi kendine yetersizdir; onlara dışarıdan müdahale etmek gerekir diyenler ise lider. Bunu bilinçli de yapabilirler, bilinçsiz de. İyi niyetle de, kötü niyetle de.
Son olarak, öğretilir mi veya öğrenilir mi? Tabii ki.