Beraber zaman geçirdiğin 5 kişinin ortalamasısın.
Yazar Jim Rohn'un bu ifadesi, 'Gelişme kaydetmek istiyorsan bu 5 kişiyi iyi seç' anlamında sıklıkla kullanılıyor influencer ve kişisel gelişimciler tarafından.
Kendi içerisinde birkaç çelişki içeriyor bu ifade.
Herkes kendisinden iyi birileriyle vakit geçirmek isterse, senin senden iyi insanlarla vakit geçirebilmen, öyle bir gruba kabul edilmen pek mümkün değil.
Varsayalım kendi ortalamalarını düşürmeye razı olan birilerinin bulunduğu böyle bir gruba kabul edildin. Grubun en eziği, en zavallısı olma durumun ortaya çıkar. Bu durumla başa çıkabilmek için oldukça sağlam psikolojiye sahip olmak gerekir ve orta-uzun vadede sürdürülebilir değildir.
Ayrıca, gelişme kaydettikçe sürekli çevrendeki insanları değiştirmen söz konusu olur. Bu da sosyal ilişkilerinin kısa süreli kullanım/tüketim merkezli bir hal alması anlamına gelir. Uzun süreli sosyal ilişkilerinin olmayacağı anlamı taşır.
Ortalamanı düşürmeyi göze alıp, kendinden düşük seviyelilerle vakit geçirirsen, senin için kötü, vakit geçirdiklerin için iyi bir durum anlamına gelir ki; bu da seni yardımsever bir evliya/aziz yapar.
Bu önerme 'Kendi dengin olan insanlarla vakit geçir, düşük seviyelilerden uzak dur' şeklinde yorumlanırsa belki anlam ifade edebilir. O durumda kendini tekrar eden, yankı grupları durumu söz konusu olur ki, realitede bu durumla sıklıkla karşılaşırız.
Aşırı gerçekçi ve oldukça nahoş bir portre çizmiş olabilirim buraya kadarki yorumlarım ile.
Diğer taraftan, ait olduğun grup ve bu çerçevede kendine biçtiğin kimlik dünyaya bakışını şekillendirdiği için, aslen bu ifadenin bir nebze karşılığı olduğu söylenebilir. (bknz. Motivated reasoning)
Bunun negatif etkilerinden korunmanın yolu kendinden daha iyi insanlarla zaman geçirmekten değil, 'motivated reasoning' kavramından haberdar olmaktan ve bu farkındalıkla akıl yürütmekten geçer.
Herkesten öğrenebileceğin şeyler vardır. Çeşitliliğin düşün dünyamıza çok değerli katkıları olacağını göz ardı etmemek gerekir. Önemli olan doğru akıl yürütme becerilerine sahip olmaktan geçer.
Kiminle beraber olacağına, sosyal ihtiyaçlarına göre karar ver. Geç bu gelişim/tekamül zırvalarını.
✨️Sen bir yıldızsın?
✨️İçindeki cevherin açığa çıkmasını engelleyen kişilerden ve ortamlardan uzak dur.?
✨️O zaman içindeki yıldız tozunun nasıl parladığını ve etrafını aydınlattığını göreceksin.?
Düşünen ve fikir üretenlerin, gaz veren ve etkileyenler karşısında her geçen gün alan kaybettiği bir ortamda, ben de influencer veya kişisel gelişimci olmuş filan değilim.
Gerçi zaman zaman bu opsiyonun asıl rasyonel seçenek olduğunu düşünmüyor da değilim. Ana akıma karşı durmak rasyonel olan seçenek değil. "Akışa bırakmak" ve "Topluluğa karışmak" en kolay olan.
İlk mesaja dönersek, hepimizin yıldız tozundan oluştuğu bir influencer veya kişisel gelişim gurusu aforizması değil. Bir bilimsel makaleden çıkan sonuç.
AI-Burbidge, Burbidge, Fowler ve Hoyle (B2FH) tarafından 1957 yılında yayınlanan bu makale, yıldızlarda nükleosentez süreçlerinin mekanizmalarını ve evrenin element yapısını açıklayan önemli bir makale.
AI-Yıldızların içindeki nükleer füzyon süreçlerinin, evrenin element yapısını nasıl oluşturduğunu açıklayan ilk kapsamlı teorik model, nükleer astrofizik alanında bir dönüm noktası.
AI-Stellar nükleosentez, yıldızların içinde meydana gelen nükleer reaksiyonlar sonucu daha ağır elementlerin sentezlenmesini tanımlayan bir kavram.
AI-Yıldızlar, hidrojen ve helyum gibi hafif elementleri içerirler. Ancak, yıldızların çekirdeklerindeki sıcaklık ve basınç, bu hafif elementleri daha ağır elementlere dönüştüren nükleer füzyon reaksiyonlarına neden olur. Bu süreçte, daha ağır elementlerin çekirdekleri, hidrojen ve helyumun çekirdeklerini birleştirerek sentezlenir.
AI-Örneğin, yıldızlarda karbon ve oksijen gibi daha ağır elementlerin sentezlenmesi, hidrojen ve helyumun çekirdeklerinin birleşmesi sonucu gerçekleşir. Aynı şekilde, daha ağır elementlerin sentezlenmesi için de farklı nükleer reaksiyonlar gerçekleşir.
AI-Stellar nükleosentez, evrenimizdeki elementlerin oluşumunda önemli bir rol oynar. Bu süreç, yıldızların ömürleri boyunca devam eder ve sonunda yıldızlar öldüklerinde, içlerinde sentezlenen elementler uzaya yayılır.
Biz canlılar da, uzaya yayılmış bu yıldız tozlarından meydana geliyoruz.
Evrende birey olarak ne kadar küçük ve önemsiz olduğumuz gerçeğini idrak ederken, evrendeki döngüsel yeniden varoluşun bir parçası olduğumuzu da bir kenara not etmeli bu bilgilerle.
(Reenkarnasyonculara da ekmek çıkar buradan)
Not : Yapılan yorumlar bana ait olmakla birlikte, makalenin açıklaması için Chatgpt (AI) kullanılmıştır. Chatgpt (AI), yıldızlarda oluşan elementlerin, yıldızların ölümü sonrası uzaya yayılarak yıldız tozunu oluşturduğunu ve bu tozların gezegenlerin ve yaşamın oluşmasında önemli bir rol oynadığını kabul etmekle birlikte, canlıların yıldız tozundan oluştuğu fikrini biraz iddialı bulmuştur.
Yol kenarında koyunlarını otlatan çobanın yanında son model lüks bir SUV durmuş. Araçtan inen, pahalı takım elbise giymiş, uzun boylu genç adam, marka güneş gözlüğünün üzerinden bakarak çobana selam vermiş ve
"Kaç koyunun olduğunu bilirsem, bana bir tanesini verir misin ?"
diye sormuş.
Bir adama, bir de koyunlara bakan çoban anlam veremese de 'tamam' demiş.
Aracın bagaj kapağını açan genç adam, en pahalı konfigürasyondaki macbook pro cihazını bagaj zeminine koyarak çalışmaya başlamış
Yeryüzü görüntüleme hizmetine bağlanıp, indirdiği yüksek çözünürlüklü gerçek zamanlı uydu görüntülerini, görüntü analiz uygulamasında işleyip, aldığı sonuç tablolarını ve grafikleri, powerpoint hazırlama aplikasyonunda ışık hızında sunuma çevirip çobana slideshow olarak sunmaya başlamış.
Sunum sonunda 827 adet demiş.
Çoban "Doğru bildin" dedikten sonra "Beğendiğin koyunu al" diye eklemiş.
Hayvanı bagaja yerleştiren genç adam tam aracına binerken çoban seslenmiş.
"Ne iş yaptığını bilirsem aldığını geri verir misin ?"
Genç adam gülümsemiş ve "Dene bakalım" demiş.
Çoban, "Yönetim Danışmanı' demiş.
Şaşıran ve bozulan genç adamın ağzından, kısık bir tonda "Nasıl bildin?" sözleri dökülüvermiş.
Çoban 'Çok zor olmadı" diye cevaplamış.
1) Ben çağırmadan geldin.
2) Bildiğim bir şeyi bana söylemek için benden bir ödül istedin.
3) Pek bir şeyden anladığın da yok. Koyun diye çoban köpeğimi aldın.
Fıkra bir yana, freelance ve gig ekonomisinde büyüme, uzmanlığın ve danışmanlığın değerinin artışına kanıt olarak gösterilebilir.
Farklı platformlarda, yönetim danışmanlığı alanındaki büyük batılı markalar etrafında dönen espirili paylaşımlara rastlıyorum zaman zaman.
Bunlardan aklımda kalan bazılarını paylaşarak buraya not düşmek istedim.
Batıya karşı olan hayranlığımız ve aşağılık kompleksimiz ile birlikte, ülkemizdeki yönetim danışmanı seçimlerinde, batılı büyük markalar lehine daha da dramatik bir durum olduğunu söyleyebilirim.
Aklımda kalanlardan bazıları.
"Haksızlık etmemek lazım. Büyük danışmanlık firmalarının hepsi takım elbiseli hırsızlar değildir."
"Büyük danışmanlık markalarının seçiminin arkasındaki en önemli motivasyon, C seviye yöneticilerin ve özellikle de CEO'ların, kendilerini olası kariyer risklerine karşı sigortalama ihtiyacıdır."
"Üst yönetimin yapmak istediği ancak yapmaya cesaret edemediği, uygunsuz ve nahoş adımları gerçekleştirmek için kullanılan tetikçilerdir."
"Uzmanlıkları konusunda hiç şüphe duymayacağınız tek alan powerpoint ve sunum konusudur."
"Taşın altına elini sokmadan büyük paralar kazanan ana sektördür."
"Kurumsal mecranın Kardashian'ları..."
"Prestijli eğitimlerden gelen tecrübesiz çocukların, aslen daha önce hizmet verilmiş diğer sektör oyuncularından çalınmış olan bilgiyi, en iyi uygulama örnekleri diye işin uzmanı çalışanlara pazarlamaya çalıştığı bir alandır."
Bireyler olarak, eğitim, çalışma ve özel hayatlarımızda;
- Aile,
- Okul,
- Toplum,
- Medya,
- Politika,
- Spirütüel,
- Kurumsal
mecralarda yoğun şekilde maruz kaldığımız;
- Manipülasyon,
- Spekülasyon,
- Ajitasyon
girişimlerinde en büyük korunma aracımız rasyonel akıl yürütme için yeni bir meydan okuma söz konusu. Yapay zeka.
Hayatımıza getirdiği/getireceği büyük kolaylıklar ve verimlilik artışları ile birlikte; kullanımda yeni bir manipülasyon, spekülasyon ve ajitasyon aracı olması kuvvetle muhtemel.
Olay yine bizde bitiyor. Sunduklarını satın alıp almamak biz insanların muhakeme ve karar becerilerine kalıyor.
Şu an yapay zeka, insan üretimi olan ve sanal ortama düşmüş bilgiyi tarayıp, cevabı rasyonel bir insanın sunabileceği şekilde nokta atışı olarak sunuyor. Belki bu yüzden ikna ediciliği oldukça yüksek.
Sonuca bakarak, ulaştığı veriyi geçirdiği rasyonel süzgeçlerin ve uyguladığı akıl yürütme yöntemlerinin doğru olduğu hissine kapılıyoruz. Bir de müthiş bir pozitif ön imaj oluşturulmuş durumda yapay zeka hakkında.
Öğreniyor olması da cabası. İnsan gibi yanlış öğrenme durumları olmayacağını varsayıyoruz.
Bilimin ve spiritüel öğretilerin söylediğini/sunduğunu hiç sorgulamadan mutlak gerçeklik gibi algılayanlar gibi yeni bir neslin ortaya çıkması muhtemel. Yapay zeka müritleri.
Yakın zamanda CV'lerde, MS Office programlarına hakimiyet gibi, Generative AI uygulamalarını kullanabilme satırları görmemiz oldukça yüksek olasılık ?
Bilim insan üstü bir kavram değildir. Bilim nihai amaç değildir. Bilim için bilim veya bilmek için bilim boş ifadelerdir.
Bilim, bireysel anlam arayışlarının cevabı da değildir, rakibi de.
Bilim temelde, gerçekçi analizler yapabilmek, doğru kararlar alabilmek ve etkili çözümler üretebilmek için insanın geliştirdiği bir aygıttır. Bir hayatta kalma aracıdır.
Bilim mükemmel ve mutlak değildir. Buna rağmen bilimin güzel tarafı, kendisinin mükemmel ve mutlak olmadığı ana fikri üzerine kurulu bir araç olmasından gelir. Bilimsel gelişmenin motoru bu ana fikirdir.
Mutlak ve mükemmel olmadığını ve her durumda kesin çözümler üretemediğini bilmemize rağmen; daha iyi bir aygıt bulana/geliştirene kadar, elimizdeki en iyi aygıtı kullanmamanın bedeli ağır olmuştur ve ağır olacaktır.
İnsanın medeniyet yolculuğundaki en önemli adım dil olmalı
Büyük gruplar halinde organize olabilmemize imkan sağlaması sayesinde, diğer türlerin hayal dahi edemeyeceği karmaşıklıktaki görevleri başarabilmemize olanak tanımış.
Bilgiyi biriktirmiş, saklamış ve paylaşmış atalarımız, dil sayesinde. Yani aslen bilim, kültür ve medeniyet dil üzerine inşa edilmiş.
Dil ile bağlantılı çözemediğimiz bir sorun var diğer taraftan.
Çok fazla farklı dil var dünya üzerinde. Yedi binin biraz üzerinde olduğu söyleniyor.
'Sorun bu mu ?' diye düşünmek, 'Aksine bu çeşitlilik büyük bir zenginlik !' demek mümkün ilk planda.
Bilim yapılan bir dilin konuşulduğu bir ülkede doğmamış isen, bilgiye ve bilime ulaşmak açısından baştan dezavantajlısın.
Global düzeyde iletişimi ve uluslararası ticareti de zorlaştıran bir faktör çok dillilik. Özellikle ana dili egemen dilllerden biri olmayanlar için.
Asıl olumsuz tarafı ise, bu çok dilliliğin mevcut dünya düzeninde avantajlı olan ülkelerin avantajını artıracak şekilde çalışıyor olması.
Bilimi anladığın dilde yapamıyorsun. Birikmiş bilgi ve bilim literatürüne anladığın dilde ulaşamıyorsun. Ticareti konuştuğun dilde yapamıyorsun.
Ana dili bilim ve ticaret yapılan bir dil olmayan bir coğrafyada doğmuş isen oyuna 1-0 yenik başlıyorsun.
Gelişmekte olan ülke insanları için fırsat eşitsizliğini artıran bir faktör çok dillilik. Özelde, dünya düzeninde hakim/egemen dillerin varlığı.
Sisteme entegre olmak için en azından bir hakim dil öğrenmek zorunda kalıyor bu ülke insanları.
Bu arada yabancı dil bilenlere karşı öğrenilmiş bir hayranlık var, toplumun belli bir bölümünde.
Bana göre, insan beyninin, işlemci ve depolama kapasitesinin gereksiz kullanımı ve israfı anlamı taşıyor ana dil dışındaki diller.
Öğrenme verimliliğini düşürüyor yabancı dilde öğrenmeye zorunlu kalmak bir taraftan da.
Dil öğrenimi ve çeviri işlemleri için inanılmaz bir zaman ve kaynak israfı söz konusu.
Umudumuz yapay zekada. Ara sıra simultane çeviri yapan yapay zeka videolarına rastlıyoruz sosyal medyada.
Diğer yandan google translate benzeri yapay zeka uygulamalarının çıkardığı işler de ortada. Yapay zeka, yapay zeka diyoruz; daha çeviri işini bile doğru düzgün yapabilen bir şey yok ortada ?
Yapay zeka beceremezse, dünya üzerinde tek dil opsiyonunu bir daha denemek gerek belki de. Esperanto ile daha önce denenmiş olan.
For those who can think critically, higher level decision makers in the hierarchy are managers and directors. For others, leaders.
An utopia without leaders but directors who are elected and/or controlled by people with critical thinking abilities, human kind will not face tragedies like we faced in human history. That are mostly originated from unconditional approval/support of the masses to their leaders. The masses who are not capable of thinking critically and manipulated by leadership.
Idea is not elligible to politics only. It is also valid for the corporate leadership.
Problems arise, where lower level group members take actions with the lead of higher levels or approve their decisions, by reasoning other than objective knowledge.
By the way, popular definition of leadership is the ability to make people move without reason.
Carisma, aura, metaphysics, personal relations or whatsoever makes you move other than epistemic reasoning will have high tendency to mislead.
Anyway, it is the utopia. Only 20 % of the population has capacity to think critically and only 10 % of them has motivation to acquire that ability.
On the other hand, we have had enough of exaggeration and overvaluation of leadership. It is one of the main tools of exploitation of human kind for ages.
We need collective thinking and responsible decision makers, not individual influencers.
- Gerçek mi ? Büyük olasılıkla.
- Gerçek olmaması mümkün mü ? Evet.
Geçmiş datanın tamamına sahip olmadığımız için, datanın belli bir bölümündeki örüntü üzerinden yorum yapıyor bilim aygıtı. Sahip olmadığımız data bölümü için varsayımsal zeki tahminlerle büyük resmi oluşturmaya çalışıyor bilim insanları.
-Dünya için korkuyor muyum ? Hayır.
Yıldızların ve gezegenlerin bir yaşam döngüsü var. Dünya sonunda yok olacak zaten.
-Dünya yaşamı için endişeleniyor muyum ? Hayır.
Dünyadaki yaşam insanlı veya insansız bir yolunu bulur çok büyük bir olasılıkla.
- İnsan yaşamı için endişeleniyor muyum ? Çok değil.
İnsan yaşamı da bir yolunu bulur büyük ihtimalle. Tür olarak yok olmamız bir olasılık bu arada. Yok oluş için tek ve en büyük tehdit de küresel ısınma değil bence.
-Kendim için endişeleniyor muyum ? Hayır.
- Çocuklarımız ve gelecek nesiller için endişeleniyor muyum ? Belki biraz.
Fırsat eşitsizliği, gelir dağılımındaki bozulma, yönetimlerdeki otoriterleşme, insan hakları ve fikir özgürlüklerindeki kötüye gidiş, kitlesel göçler, savaş olasılığı, yapay zeka tehdidi, ölümcül virüs, göktaşı, küresel ısınma dışı çevre kirliliği, besin güvenliği, nükleer tehdit ve benzerleriyle birlikte endişelendiriyor beni.
-Diğer türlerin yaşamını önemsiyor muyum ? Evet.
Yaşamın tarihinin farklı noktalarında, bazı türler diğer türlerin yok olmasına sebebiyet verecek değişimler yaratmış yaşadıkları mikro ve makro çevrelerde.
Bu da doğal bir süreç gibi görünüyor. İnsanın farkı bunun farkına varabilmesi ve seçim yapma yetkinliğine sahip olması.
Seçim dediğim şey çoğalmamayı ve/veya diğer canlı yaşamını ve dünya kaynaklarını kullanmayarak ölmeyi seçmesi. Diğer davranış değişiklikleri süreci ötelemekten başka işe yaramaz bence.
Bireysel ölçekte çoğalmamayı veya tüketmemeyi seçmenin ise, doğaya ve evrimin dinamiklerine uygun olduğunu düşünmüyorum.
Tek çözüm, insan popülasyonunu belli bir sayıda tutacak, daha fazla tüketmeye başladıkça da bu sayıyı düşürecek bir üst akıl.
Doğanın yaptığını/yapacağını insanın planlayarak yapması bir anlamda. İnsan yapmaz ise doğa yapacak bunu bir şekilde.
- Greta Thunberg kim ? Elon Musk gibi modern zaman mesihliğine/peygamberliğine soyunanlardan biri. Felaket/kıyamet tellallığı, hicret ve kurtarıcı miti etrafında iş yapmıştır tarih boyunca.
Bilgelik, akademik çevrede veya kurumsal hayatta evrilmiyor çoğunlukla.
Bazen bir köy kahvesinde, bazen bir semt pazarında veya alışveriş yaptığınız markette çıkabiliyor karşınıza.
Başlık, her zaman zerzevat alışverişi yaptığım marketin reyonundaki biberlerin etiketlerinde yazan ifadeler.
Çoğunluğunu şüpheci ve sorgulayan biri olarak geçirdiğim yarım asrı biraz aşan hayatım üzerine düşünüyordum geçenlerde.
En çok aldatıldığım ve kazık yediğim konuları gözümün önüne getirmeye çalıştım.
İlk sırada acı biber tatlı biber konusu var. Hemen arkasında ise karpuz takip ediyor onu.
Eğitim, deneyim ve tecrübe ile karpuz konusunu aştım son 10 senede. Kendim seçebiliyorum artık, % 95 başarı ile.
Biber konusunda ise aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Halen yüksek oranda kazık yiyorum.
Karar almanın anatomisine ciddi kafa yormuş birisi olarak henüz çözemediğim bu konuda, artık belirsizlik ve riski doğal kabul etme noktasına geldim.
Yapabileceğimi yapıp gerisini olasılığa bırakıyorum.
İnsan/meslek seçimi ile ilgili buradan insan kaynakçılara hikaye de devşirebilirim ama yapmayacağım.
O işi konunun uzmanı olan kişisel gelişimci, kariyer koçu, influencer ve gurulara bırakıyorum.
Sosyal medyada paylaşım okurken niyet okuyuculuğu yapmaya başladığımı ve bunu kişileri menfaat ekseninde sınıflandırarak yaptığımı fark ettim son zamanlarda.
Aslen, menfaati denkleme dahil etmeden yapacağın anlama ve anlamlandırma faaliyeti eksik kalıyor çoğunlukla.
Ayrıca, doğru ve ilginç şeyler söyleyerek, dinleyici/izleyici kitlesini kendi menfaatleri doğrultusunda manipüle etmekte usta, siyasetçiler dışında da çok sayıda meslek türedi sosyal medya ile birlikte.
Ya da en azından sosyal medya sebebiyle ben daha fazla maruz kalıyorum bu manipülatörlere.
Dolayısıyla durum eskiden olduğundan daha vahim benim açımdan.
Yine de, bu niyet okuyuculuğu sebebiyle bazı ilginç/faydalı bakış açılarını ıskalamaya başladığımın farkına vardım.
Kişiler ve sterotiplerle ilgili ön belleğime yüklenmiş temp dosyaları silmek mi gerekli acaba ?
İnovasyon risk almaktır, zar atmaktır. Bu fikir etrafında daha önce bir şeyler karalamıştım.
https://etikedanismanlik.com/index.php/makaleler/item/141-inovasyon-ve-girisim
Kurum içi inovasyonla nasıl bir bağlantısı olabilir bu bakışın ?
İnsan doğası riskten kaçınmaya, garanti olanı belirsiz olana tercih etmeye meyilli.
Ek olarak, kayıplara kazançlara göre daha büyük tepkiler veriyor.
'İcat çıkarmayalım şimdi...', 'Dertsiz başıma dert mi alacağım...', 'SGK'lı iş veya devlete kapağı atmak...' vb gündelik ifadeler bu durumun yansıması.
Ne yapmalı öyleyse ?
Performans yönetimi ve ödül/ceza sistemini, inovatif davranarak risk alan için dezavantaj yaratmayacak şekilde dizayn etmeli belki ?
İnovatif bir kurum kültürü için, çalışanların kendilerine sorduğu iki sorunun cevabına odaklanmak gerekli.
1) İnovatif davranıp başarı elde ettiğimde bir getirisi olacak mı ?
2) İnovatif davranıp başarısız olduğumda bir kaybım olacak mı ?
Cevaplar sırasıyla;
- Evet/Hayır ise İnovatif Kültür,
- Evet/Evet ise Realist Kültür,
- Hayır/Hayır ise Yıkıcı Kültür,
- Hayır/Evet ise Statükocu Kültür,
İnovatif kültür amaçlayan kurumlar için başarısız inovasyon senaryosuna biraz daha ayrıntılı eğilmek gerekiyor. İnovasyon için zaman harcayan çalışan, garanti olanı seçene göre dezavantajlı hale geliyor çoğunlukla.
Her gün iki saatinizi harcadığınız bir inovasyon fikri, ya yapmanız gereken işlerden iki saat çalmak, ya da 2 saat fazla mesai yapmak anlamı taşıyor. Bu da çalışan için kayıp/maliyet demek.
Yani sadece biz başarısız/uygulanmayan inovasyonları cezalandırmıyoruz demekle olmuyor.
Çalışan için inovatif davranmanın maliyetini sıfırlamak gerekiyor. Hatta belki başarısız inovasyon girişimlerini ödüllendirmek bile bir opsiyon olabilir.
Kurum böyle bir kültürün maliyet ve getirisini iyi değerlendirmeli.
İnovatif bir kültür kurum için garanti bir maliyet anlamı taşıyor. Getiri tarafı ise belirsizlikler içeriyor.
Sektördeki başarılı inovasyon olasılığı ve başarı durumunda getirinin büyüklüğü; inovatif kültürün garanti maliyeti ile karşılaştırılarak karar verilmeli.
İnovasyon için inovasyon fikri kulağa romantik gelse de, ekonomik olarak anlamlı değil.
Biz yaptık yine olmadı mı diyorsunuz ?
O zaman tüm seviyedeki çalışanlar için düşünme becerileri eğitimi almalısınız. Eleştirel düşünme, rasyonel düşünme, analitik düşünme, inovatif düşünme.
Yine de olmuyorsa, o zaman düşünme becerilerine sahip yeni çalışanlar işe almak alternatif olarak değerlendirilebilir ?
Bütün bunlara rağmen mi olmuyor ? İşte o da kontrol edemeyeceğin kısım. İster kader de ister şans. İster kısmet de ister risk.
Piyangonun ne zaman kime vuracağı belli olmaz. Emin olabileceğin, piyango bileti almazsan, ikramiye kazanma şansın olmaz.
İlk kişilik testimi yaparken, doğam gereği şüpheyle yaklaşmıştım.
Sonuç raporunu aldığımda büyük şaşkınlık yaşamıştım. Etkilenmiş, şüphe duymam sebebiyle biraz da utanmıştım.
Nasıl bu derece doğru bir şekilde benim kişilik özelliklerimi ortaya koyabildiğini anlayamıyordum.
Bir de başkalarının benimle ilgili düşündüklerini nasıl bu kadar doğru bir şekilde analiz edebilmişti. Şok olmuştum.
İlk şaşkınlığımı atlattıktan sonra kafamın içerisinde bir şeyler kıpırdanmaya başlamıştı.
Bana sorup, aldığı cevapları güzelce paketleyip, bilimselvari bir dil kullanarak bana geri sunmuştu. Etkilenmemin sebebi buydu. Confirmation bias'in izleri vardı yaşadıklarımda.
Gerçekte 3 tane ben var.
1) Kendimin olduğumu sandığım ben
2) Başkalarının algıladığı ben
3) Gerçek ben
Kişilik testleri 3 numarayı tespit ettiği izlenimi verir. Gerçekte 1 numarayı sizden alıp, size geri sunar.
Bazı testler 2 numarayı da size sordukları sorularla ortaya koymaya çalışır. Mamafi 2 numarayı ortaya koymak için size değil beraber zaman geçirdiklerinize soru sormak gerekir.
2 numara diye sunulan aslen, diğerlerinin sizin hakkınızda düşündüklerini zannettiğiniz şeylerdir. Gerçekte sizin hakkınızda düşündükleri değil.
Aslen kişilik testleri size yalnızca, sizin ona söylediklerinizi söyler. Kendiniz hakkında bilmediğiniz bir şeyi öğrenmeniz olası değildir.
Orda bile, kendinize karşı ne kadar dürüst olduğunuzla ilgili sorun vardır.
Peki hiç mi işe yaramaz bu kişilik testleri ?
"Bu testte kendisini dışadönük olarak tanımlayanların %80'i satışla ilgili pozisyonlarda başarı gösterirken, içedönük olarak tanımlayanlarda bu oran %50 seviyesindedir." benzeri istatistiki önermeler ile seçim kararlarında kanıt olarak kullanılabilir belki ?